YOLLAR VE KÖPRÜLERE GENEL BAKIŞ
İnsan ve araç geçişi bakımından gurbeti sılaya, sılayı gurbete bağlayan güzergâhlara yol adı verilir. Gezmeyi seven insanoğlunun dünyaya gelişi ile ortaya çıkan yollar, iki biçimde oluşmuştur: Birincisi tabiatın arızalarına uyularak, her hangi bir emek sarf edilmeden, ayak izlerinin oluşturduğu tabii patikalar. İkincisi ise bir plan ve projeye göre teknoloji kullanılarak tabiî arızalara fazla bağlı kalmadan yapılmış olan yollardır.
Yeryüzü engebeli olduğuna göre her türlü geçişi zorlaştırır. Dolaysıyla seyahati kolaylaştırmak için pürüzlü coğrafyayı düzeltmek gerekir. İşte geçişlere engel olan; derin vadilerin ve akarsuların aşılması için köprüler; tepe ve yamaçların geçilmesi için de tünel ve yarmalar yapılmıştır.
Tabiatı kullanmak için ona yeniden şekil verme anlamına gelen yol ve köprü, bir ihtiyacın eseridir. Dolaysıyla bu iki elemanın birbirini tamamlaması esastır. İnsanoğlu alet ve araç kullanmaya başladıktan sonra bu kurala dikkat etmiş ve tabiî arızaları istediği biçimde düzeltmiştir.
Unutmamak gerekir ki teknoloji olmadan; yol anlamına gelen patikalar oluştuğuna göre, her dönemde köprüler mühimdir. Çünkü köprü yapmak için mutlaka sanatkâra ve teknolojiye ihtiyaç vardır. Bu münasebetle eski yollar; nehir ve vadilerin en sığ yerine yapılan köprülere göre şekillenmiştir. Onun için köprüler, yolların kavşağı olmuştur. Sonradan ihtiyaç duyulan bilgilere ve yapım araçlarına ulaşılınca, bu kurala itibar azalmıştır. Hızlı araçlar için inşa edilen düz ve geniş şoseler, köprülerin yola uydurulmasını zarurî kılmıştır. Çünkü yüzey şekillerini aşmak, artık kolaylaşmıştır. Yolların düz olanı makbul olduğu için her türlü araziye göre köprü ve viyadükler yapılmıştır.
Çay ve ırmakları bol olan Anadolu’da; ticaret kervanlarının rahatlıkla ilerleyebilmesi için köprü mimarisi, hayat şartlarının bir gereği olarak ortaya çıkmış ve yaygınlaşmıştır. Hatta Çemişgezek’in kuzey çıkışından Levendik Köprüsüne kadar olan yolda görüldüğü gibi, kervan yolları bile taş parke ile kaplanmıştır.
Suyun derinliğine ve genişliğine göre şekil alan köprülerin en eskileri, tek kemerden oluşan taş köprülerdir. Bunlar, sivri kemerli olup orta kısımları kamburdur. Taş blokların oluşturduğu ağırlığı kenarlara vermek için oluşturulan sivri kemerler tercih edilmişlerdir. Kervanlar için köprünün kamburluğu önemli olmadığından o günün mimarisi, bahsi geçen şekli kullanmakta sakınca görmemiştir.
Tekerlekli araçlar icat olduktan sonra, bu gelenek bir süre daha devam etmiştir. Çünkü günün şartlarına göre inşa edilen sivri kemerli taş köprüler, kullanılmaya devam edilmiştir. Yıllarca kara yoluna hizmet veren Eski Kömürhan Köprüsü, konuya güzel bir örnektir.
Tabiat şartlarına başkaldırma anlamına gelen köprülerin yapılması için, işten anlayan mühendislere ve taş ustalarına ihtiyaç duyulmuştur. Usta çırak ilişkisiyle yetişen sanatkârların sayısı mahduttu. Onun için bu ustalar; yıllar içinde belledikleri tarza, kişisel maharetlerini de ekleyerek yeni üsluplar oluşturdular. Yaptıkları her köprüde, bu tecrübeleri uyguladılar. Sonuçta ortaya konan bu kişisel üsluplar, mimaride millî tarzları doğurdu. Hal böyle olunca Anadolu’nun değişik yerlerinde yapılmış olan köprülerin, hangi millete ait olduğunu tespit kolaylaştı: Selçuklu, Bizans, Osmanlı... mimarisi derken dayanağımız, işte bu verilerdir.
Şunu da itiraf etmek gerekir ki köprüler; birer millî üslup teşkil etse de onlar, bir uygarlığın ürünüdür. Çünkü günün şartlarına göre milletler, birbirlerinden mutlaka etkilenmişlerdir. Onun için sanatta sadece kişisel maharet değil, aynı zamanda sosyal tecrübenin de büyük önemi vardır. Dikkat edilirse eski köprü şekilleri, hemen hemen aynıdır. Yani nehir geçişi dar ve dikse, tek kemerli kambur köprüler yapılmıştır. Çemişgezek Tağar Köprüsü ile Ağın Karamağara Köprüsü gibi. Nehir yatağı düz ve genişse, su içine konan ayaklarla hem göz sayısı artırılmış hem de köprünün üst sathı düzleştirilmiştir. Palu’daki eski Murat köprüsü bu hususa güzel bir örnektir.
Palu köprüsünde görülen özelliklerden biri de azgın sulara karşı korunabilmek için yapıya, suyun akış istikametine göre bir kavisin verilmesidir.
Eski yollar ve köprüler, sadece bir geçiş yeri değildir. Ülkelerin ekonomisini, kültürünü ve askerî gücünü bir anlamda bu yapılar belirlemiştir.
Anadolu’da birçok eski köprü mevcuttur. Bunların en eskilerinden olan Ağın’daki Karamağara Köprüsü,[1] yöremizdeki tek Bizans köprüsüdür. 17.5 m. uzunluğunda ve tek sivri kemerli bu klasik yapı, V. veya VI. Yüzyılda; Ağın’a 10 km. uzaklıktaki ve Arapgir Çayı üzerine yapılmıştı. Keban Barajının suları altında kalmaması için taşlar, numaralanarak sökülmüş ve Elazığ müzesinde depolanmıştır. Yapılacağı gün ve yeri bekleyen bu ihtiyar yapı, şimdilik hatıralarda yerini almıştır.
Yöremizdeki eski hatıralardan biri de Palu’daki Selçuklu köprüsüdür. Ticaretle uğraşan Selçuklular, yollara ve onun bir parçası olan köprü yapımına ağırlık vermişlerdir. Anadolu’nun birçok yerinde Selçuklu köprüleri, hala hizmet verir. Bazıları da yıkılarak mezar taşı gibi eski hatıralara türbedarlık yapar. Karakoçan-Bağin Kalesinin üst tarafında, sadece iki ayağının temel kalıntıları bulunan köprü; bu kabildendir. Gene Arıcak’taki Mirvan suyu üzerindeki köprü de gerek Romalıların ve gerekse Osmanlıların hatırasını yansıtır.
Şu kadarını söylemek gerekir ki Selçuklular zamanında kurulan yol ağı, sadece ticaret amaçlı değildi. İşin bir de askerî yönü vardı. Bir tarafta Bizans, diğer tarafta Arap, bir başka yönde İran faktörü varken ordunun; istenen yere kısa zamanda intikalini sağlamak için yol ve köprülere duyulan ihtiyaç, büyüktü. Yani bu sanat yapılarının önemini biraz da devri içinde aramak gerekir.
Köprülerin yaygınlaşmasında etkin olan bir faktör de Anadolu’ya sahip olan Selçukluların gerek ekonomide gerekse mimarideki ustalığıdır. Çünkü yol, kervansaray ve köprü yapmak; biraz da devletin gücüyle orantılıdır. Kısaca sanat ve kültür yapıları, ülkelerin zenginliği ile alakalıdır. Tabi devleti idare eden siyasetçilerin politikaları da bu hususta etkilidir.
Belki de ilk köprüyü kuran Oğuz Kağandır. Cihangir olabilmek için kendisine engel gördüğü “Daha deniz daha müren” diyerek ilk hedefini belirlemiştir. Irmak anlamına gelen “Müreni,” ağaçlardan oluşan köprü ile geçmiştir. Oğuz Kağan Destanından anlaşılıyor ki ilk köprü ahşaptır.
Ticaret merkezlerini birbirine bağlayan yol ve köprüler, Anadolu Selçukluları tarafından hem askerî hem de iktisadî maksatla kullanmışlardır.
Tabi işin bu şekilde yaygınlaşmasında coğrafyanın önemi büyüktür. Anadolu, dünya ticaret yollarının geçit yeridir. Avrupa ile Asya’nın, Asya ile Afrika’nın birbirlerine bağlandığı yer olan Anadolu; gerek uluslararası ve gerekse yurt içi ticaret yollarının kesiştiği kavşaktır. Çünkü Anadolu’yu çevreleyen denizler, dünyanın en önemli limanlarını bulundurur. Onun için bahsi geçen yol ağının kullanılmasını, biraz da coğrafî sebepler zorlar. Yollar, hanlar ve köprüler bu zaruretin eseri olarak ortaya çıkar.
Ticaretin kolay zenginleşme aracı olması sebebiyle yolların güvenliği, bu işten gelir sağlayanlar için önemliydi. Hizmetleri karşılayan tesislerin varlığı ile yol emniyetinin doğru orantılı olduğunu kavrayan Selçuklular devrinde Anadolu insanı, ticarette en fazla gelir elde etmiştir. Onun için ilk defa bu devirde kervanların saldırıya uğraması halinde zararların devlet tarafından ödenmesi yoluna gidilmiştir.[2] Bu uygulama kervanlar için kurulan bir sigorta demektir. Aynı zamanda bu karar, Anadolu Selçukluların ticaretten anladıklarının da bir göstergesidir.
Selçuklu yol güzergâhları, bu günküyle hemen hemen aynıdır. Mesela: Bağdat- Musul- Mardin- Amit- Gölcük- Harput- İzollu- Malatya- Ankara. Diğer bir yol da Bağdat- Harput-Pertek-, Çemişgezek- Sivas [3] üzerinden geçerdi.
1071 de Bizanslılardan alınan Anadolu, yeni bir şevkle imar edilmeye çalışılmıştır. Yeni yollar, köprüler, hanlar yapılmıştır. Yıkılanlar onarılarak hizmete sunulmuştur. Bu hadiseleri, köprülerin birçoğunda var olan kitabelerden anlamak mümkündür. Tağar Köprüsünün sağlam kalan kitabesi güzel bir örnektir. Ancak kitabesi olmayan veya onarılırken yok edilen köprülerin tarihî geçmişi, yapı üslubundan çıkarılmaya çalışılırken bazı hatalar da yapılmıştır. Mesela: Palu’daki Murat Köprüsünü Selçuklulara veya Urartulara, Arıcak köprüsünü de Romalılara veya Osmanlılara mal edenler vardır.
Tabi bu ihtiyar yapılar, bilinçli-bilinçsiz ihanetler ve ihmallerle baş başadır. Hele yol güzergâhlarının değişmesi, bir anlamda köprülerin sonu olmuştur. Define avcılarının tahribatı da bu tarihî eserlerin yıkılmasında önemli bir faktördür.
Sanat yapılarının orijinalliğini ortadan kaldıran bir diğer husus da onarımlarda yapılan dikkatsizliktir. Aslına uymayan tamiratlarda kitabelerin kaybedilmesi veya yerinin değiştirilmesi, sanat yapıları için sıkça görülen bir tehlikedir. Hele köprülerin şehir dışında olmaları ve konumu gereği yakın inceleme imkânının olmadığı düşünülürse yapılan yanlışı fark etmek çok zordur.
Köprülerle ilgili bir bilinmeyen de, tarih boyunca geçiş yeri olarak kullanılan noktalardaki yıkılan veya yeniden yapılan köprülerin sayısıdır. Mesela: Bildiğimiz kadarı ile bu gün üzerinden geçtiğimiz Kömürhan[4] ve Gülüşkür[5] Köprüleri, orada yapılan 3. köprüdür.
Küçük geçişler için yapılan köprüler, genellikle sadedir. Ancak bilgi birikiminin neticesi olan büyük köprüler, yapan ustanın mensup olduğu milletin kültür ve inanç motiflerini taşır. Çeşitli yörelerde, böylesi yapılara rastlamak mümkündür. Ancak çevremizde bu güne kadar gelebilen çok az sayıdaki köprüde, bahsi geçen süslemeleri görmek mümkün olmamıştır.
Köprülerin ömürlerini uzatmak için kemer ayaklarına yapılan topuklar ya silindir ya da üçgen biçimindedir. Delice akan suyun çarpışını önlemek için üçgenin sivri ucu veya silindirin yuvarlak kenarı, suyu yarmak için ön tarafa konurdu. Palu-Murat köprüsünde üçgen topukları görmek mümkündür.
Korkuluklara gelince, bu görünen kısımlar, genellikle yıkılmıştır. Palu Murat Köprüsünün korkulukları tamamen yok olmuştur. Çünkü en fazla dış tecavüzlere maruz kalan kısım, burasıdır. Bazı köprülerin korkulukları sonradan yapılan tamiratlarla orijinalliklerini kaybetmiştir. Çemişgezek Tağar Köprüsünde bu değişikliği görmek mümkündür. Köprülerin orijinal korkuluklarında, genellikle bitki motifli süslemeler mevcuttur.
Küçük su ve dere yataklarına yapılan köprülerde, korkuluğa gerek görülmemiştir. Çemişgezek Levendik ve Sividin Köprülerine bu gerekçe ile korkuluk konmamıştır. Daha sonra hayvan geçişini kolaylaştırmak için Sividin Köprüsünün yanlarına konan demir korkuluklar, orijinal değildir.
Köprüler genellikle taştan yapılmıştır. Yapı malzemelerini birbirine yapıştırmak için de su altında Horasan harcı, su üstünde de kireç veya normal harç kullanılmıştır.
Kara Yolları Genel Müdürlüğünün verilerine göre Türkiye Cumhuriyeti döneminde 1985 tarihine kadar 4793 köprü yapılmıştır. Bunların toplam uzunluğu 172078 metredir. Bazı köprülerin uzunluğu 1300 m. civarındadır.
Günümüzde, kara yolu ağında ahşap köprü yoktur. Taş, betonarme ve çelik halatlı asma köprüler kullanılmaktadır
YUKARI FIRATTA TARİHİ ESERLER Lütfi PARLAK
[1] Yurt Ansiklopedisine göre köprünün Yunanca kitabesinde: “Tanrı senin gelişini ve gidişini her zaman korusun.” İfadesi yer almaktadır.
[2] Fügen İlter-Osmanlılara Kadar Anadolu Türk Köprüleri
113 Fügen İlter-Osmanlılara kadar Anadolu Türk Köprüleri
[4] Kömürhan Köprüsü, Elazığ-Malatya yolunun 50. kilometresinde Karakaya Barajı üzerinde 288 m. uzunluğunda, 11.50 m. genişliğinde, 3 gözlü olarak 1986 yılında hizmete girmiştir. Baraj yapılmadan önce aynı yerde Fırat Nehri üzerinde kurulmuş olan tek kemerli beton köprü, baraj sularının altında kaldı.
Kömürhan geçidi ile ilgili bir olayı İ. Sunguroğlu şöyle anlatır: IV. Murat Bağdat Seferine (1638) giderken burada köprü olmadığı için kelekle suyu geçmekten korkar. Vezirin endişesine;
-“Nasıl korkmayam. Ölümle aramda bir tahta var.” demiş. Vezir de padişahın maneviyatını kuvvetlendirmek için:
“-Efendim karada o da yok.” demiş. Dönüşte padişah Fırat’ı geçme endişesi ile vezirine sorar:
“-Fırat’a ne kadar kaldı?” Halbuki Fırat donduğu için padişah fark etmeden nehri geçmişler. Vezir ona:
“İnayet eyledi Allah ü hadi
Gümüş köprüyle geçtik Murad’ı” demiş.
[5] Gülüşkür Köprüsü: 1971’de Keban Baraj Gölünün üzerine; 337 m. uzunluğunda, 9,70 m. genişliğinde ve 8 gözlü olarak yapılmıştır. Daha önce 1939’da Vali Tevfik Gür tarafından Fırat Nehrinin üzerine inşa edilen; 5 gözlü, 180 m. uzunluğundaki köprü, Keban Baraj sularının altında kalmıştır.