Elazığ Aileleri+

TAYYAR BABA


 24.11.2010 14:20:25   11681 kez okundu.
 Kategori : HARPUT EVLİYALARI

TAYYAR BABA

TAYYAR BABA

 Harput'tan Meteris Mezarlığına çıkılırken Beyzade Kabristanlığının güneybatı yönünde medfundur. Türbe Elazığ'a ba­kan bir düzlük üzerinde bulunmaktadır.

Tayyar Baba Türbesi dikdörtgen plânlı, beton ve tuğla işçiliği ile inşa edilmiş, üzeri sacla kaplanmıştır.  Çevresi özel kabristanlık olarak ayrıldığından etrafına ihata duvarı çekilmiştir. Türbe modern bir yapıdadır. Başkaca bir mimari özelliği yoktur.

 TAYYAR BABA KİMDİR?

Aslen Harputludur. Babası buranın tanınmış "Mücazoğulları" ailesinden gelir. Baba adı "Hızır", halk arasında ise "Hıdır" olarak bilinir. Okumaya ilgi duyan iyi bir aileden gelmekte­dir. İlk eğitimini kendi aile çevresinden alır. Ağabeyi Hacı Mehmet, Hacı Ömer Hûdaî Baba'nın yanında yetişmiştir. Dolayısıyla Ka­dirilik tarikatına meyli ağabeyi Hacı Mehmet'ten gelir. Daha çocuk yaşta iken ağabeyi onu Ömer Hûdaî Baba'nın yanına götürür. Büyük kadiri Şeyhi Ömer Hûdaî Baba onu kucağına alarak sever, sonra da ağabeyine dönerek: "Buna iyi bakın. Bu benim oğlumdur." der. Ağabeyi bir süre sonra Şam'a Sancak Beyi olarak gider ve oradaki bir muharebede şehit düşer. Tayyar Baba genç yaşta babasını da kaybeder. Artık ailenin geçim yükü Tayyar Baha'nın omuzlarındadır. O sıralar merkez Gümüşbağlar köyünde bir yazlık evle birlikte bağ ve bahçeleri vardır. Ayrıca merkeze bağlı eski "Habusu" köyünde de verimli arazileri bulunmaktadır. Aile yükü Tayyar Baha'nın omuzlarına binince, bir süre çiftçilikle uğraşır. Daha sonra bu arazileri yarıcıya vererek Harput'a gelir. Burada o devrin önemli bir mesleği olan "Dabaklık"ı öğrenir. Bir müddet dericilikle uğraşmaya başlar. Akşamları Harput ûlemasının sık sık yaptıkları dini toplantılara katılır. Bu toplantılar neticesinde tasavvufa ilgi duyar. Bir gün komşusu Mazhar Efendi ile birlikte bir mürşide bağlanmaya karar verirler. Ne var ki, Mazhar Efendi Şeyh Samini Hazretlerin'nin halifesi Mustafa Naci Efendi'ye, Tayyar Baba da Ömer Hûdaî Baba'nın halifesi Göllü Mustafa Baba'ya intisap ederler. Yani, Mazhar Efendi Nakşî Tarikatını, Tayyar Baba da Kadiri Tari­katını seçer. Göllü Mustafa Baba'ya bağlılığı sırasında "Habusu" köyündeki arazilerini satarak Harput'ta dabaklığa başlamıştır. Sık sık Göl Köyü'ne giderek mürşidi ile birlikte olur. Onun İslama olan ilk hizmeti bir Ermeni gencini müslüman etmekle başlar. Tayyar Baba'ya olan sevgi ve muhabbeti bu Ermeniyi sonunda müslümanlık inancına getirmiştir. Bu arada Tayyar Baba Harputtaki Nadir Baba dergâhına yerleşir. Burası Kadiri ve Yesevi Tarikatı mensuplarının oturup sohbet ettiği bir yerdir. Tayyar Baba o günleri anlatırken buraya Kadiri ve Yesevilerin geldiğini söyler. Ve başından geçen şöyle ilginç bir olayı da an­latır: "Bir akşam yapayalnızdım. Türbede Nadir Baba'nın kabrinin başındaydım. Ona: ‘Neden bana gözükmüyorsun?’ diye­rek düşünmeye başladım. Kendi kendime, ‘acaba bu sandukanın içi boş mu?dedim. Sonra da: ‘Varsan bana görün, yoksa kabrini ka­zacağım.’ dedim. Görünmeyince oradan bir kazma bularak Nadir Baba'nın kabrini kazmaya başladım. Kemikleri görünmüştü ki, bir ses: ‘”Dur yapma’” dedi. Kendimden geçmiştim. O anda bir baktım ki şeyhimin evindeyim. Kendileri hasta yatıyorlar. Tanımadığım Buhara sakallı bir zat, şeyhimin ağzına pamukla zemzem suyu damlatıyor. Oradakilere: ‘Bu zat kimdir?’ diye soruyorum. Bana: ‘Nadir Babadır’ diyorlar. Bu zatın yanına varınca bana dönerek:Tayyar, biz senin şeyhine hizmet ediyoruz, sen bizim kabrimizi kazıyorsun, bu nasıl iştir?’ diyor. Tabi kendime gelince tekrar toprağı kabre doldurdum. Sonra da şeyhimi ziyarete gittim. Hakikaten şeyhim Göllü Mustafa Kazım Baba çok ağır hasta idi.” Bu ilginç olayı Tayyar Baba yıllar sonra anlatıyor.

Gün gelir, Tayyar Baba askerlik görevine gider. Onun askerliği Diyarbakır, Mardin ve Midyat yörelerinde geçmiştir. Asker de olsa git­tiği her yerde bir gönül dostu arar. Bir gün Midyat çevresinde bulun­duğu sırada halktan birine burada meşayıhtan birinin olup olmadığını sorar. Ona: "İlerde bir mağarada bir fakih var" derler. Tarif edilen mağarayı bulur. Mağaranın içerisi karanlıktır. Ama ilerde bir ışık görür. O ışığa doğru gittiğinde orayı aydınlatan ışığın orada oturan zatın yüzünden yayıldığını farkeder. Yaklaşınca o zat kendisine: "Gel Tayyar Baba gel... Seni bekliyordum. Ben seni görmeye gelecektim ama çok ihtiyarım." der. Sanki kırk yıldır birbirini arayan sevgili gibi hemhal olurlar. Tayyar Baba bu olayı anlatırken: "Onun yanında çok zevkler yaşadım. Bazen onun bedeninin kaybol­duğunu gözlerimle gördüm. Bazen kendi bedenimin yok olduğunu farkediyordum." der.

Harput'un Elazığ'a taşındığı günler o askerliğini bitirerek tekrar Elazığ'a döner. Kâzım Efendi ona eski İzzet Paşa Camii yanında bir hücre ayarlar. Artık Tayyar Baba günlerinin büyük bir kısmını bu hücrede geçirmektedir. Kısa zamanda bu hücre onun sohbet yeri olur. Bu sıralar Göllü Mustafa Baba’dan da icazet almıştır. Yağmurlu, fırtınalı bir gece bu hücresinde iken bir köpek kapıyı tırmalayıp sızlanmaya başlar. Onun imtihanı henüz bitmemiştir. O, köpeğin ıslanarak üşüdüğünü ve içeri girmek istediğini zanneder. Kapıyı açar ama köpek içeri girmez. Tayyar Baba'yı çağırır gibi bir hal içindedir. Başına abasını geçirerek dışarı çıkar. Bunun üzerine köpek yürümeye başlar. Köpek önde, Tayyar Baba arkada giderler. Bir süre sonra şehri çıkarak bugünkü Yıldız Bağları mevkiine varırlar. O sıralar oralar bomboş, dağlık, derelik bir yerdir. Bu yağmur ve fırtınada Tayyar Baba bir ses duyar. Bu bir kadın feryadıdır. Bir yandan ağlar, bir yandan da "imdat, beni kurtaran yok mu?" diye seslenmektedir. Yanına yaklaştığında şaşırır kalır. Kadın bu yağmur ve fırtınada çırılçıplaktır. Üstelik orada bir ağaca bağlanmıştır. Tayyar Baba'nın geldiğini görünce: "Allah aşkına çıplağım, bana bakmayasın." der. Tayyar Baba: "Korkma yav­rum geldim." der ve derhal kadının iplerini çözer. Sırtındaki abayı ona giydirir. Kadının başından kötü bir olay geçmiştir. Onu evinin bulun­duğu sokağa kadar getirip bırakır. Kadın: "Efendi kimseye söylemeyesin, ben senin abanı yarın getiririm." der. Tayyar Baba dönerken tefekküre dalar. Der ki, "Allah o kadın kulunu kurtar­mak için bir köpeği bir de beni seçti." O, bu ibret verici olayı yaşadığı için arada müridlerine: "Allah murat ederse, köpeği getirir, kapını tırmalatır ve seni dardan kurtarır." derdi.

Tayyar Baba bir süre eski İzzetpaşa Camii’nin bir hücresinde kaldıktan sonra önce bir ev bularak kiraya çıkar. Daha sonra Mustafa Paşa Mahallesi'nde bir ev satın alarak taşınır. Kısa zamanda çevresinde her kesimden büyük bir mürid topluluğu oluşur. O, kırk yaşında iken Erzurum göçmenlerinden Yusuf Efendi'nin kızı Feride Hanım’la evle­nir. Bundan Tahir ve Abdulkadir isminde iki oğlu dünyaya gelir.

Onun Mustafa Paşa'daki evinde hiç misafiri eksik olmazdı. Ge­lenlerin çoğuna bizzat kendisi hizmet eder, onları hoş tutmaya gayret gösterirdi. Oldukça alçak gönüllüydü. Zengin, fakir, büyük, küçük ayırmadan herkesle sohbet eder, onların hatırlarını sorardı. Evi herkese açıktı. Büyük bir hoşgörüye sahipti. Bilgisi, görgüsü ve yaşayışı ile tam bir müslümandı.

 

         *    *    *

Bir gece komşusu Ermeni Anton Usta kapısını çalar: "Baba'ya geldim. Baba evde mi?" der. Evde olduğunu öğrenince de içeri girer. Tayyar Baba bir grup müridi ile oturmaktadır. Anton Usta'dan geliş sebebini sorar. Anton Usta üzüntülü bir halde Tayyar Babaya: "Babam çok hasta, beni sana yolladı. Dedi ki, Tayyar Baba'ya git, onda İsa nefesi vardır. Bu suya üflesin al getir." Tayyar Baba getirilen suya okuyup üfler ve Anton Usta'ya ve­rir. Ertesi sabah da Anton Usta'nın babasını ziyarete gider. Bu değerli insan her fani gibi 1973 yılında ömrünü tamamlayarak ebedi âleme göçüp gitti. O, son nefesini verirken: "Neylersen tenime eyle, kalbimi viran eyleme." diye yalvarıyordu.

 

              *    *    *

Bir ramazan ayında Tayyar Baba eşeğine oruç tutturmaya karar verir. Akşamdan akşama önüne yem doldurur, suyunu verir. Sahurdan sonra önünü temizler. Bir ay sonra bayram günü sırtına binerek Harput'a çıkar. Orada Allah-u Teâla'ya şöyle niyazda bulunur: "Rabbim, oruçtan kasıt aç ve susuz kalmak ise, eşek ola­rak yarattığın bu canlı Tayyar kulundan daha iyi oruç tuttu. Yok, eğer oruç bunun ötesinde bir şey ise, ne olur bana bu sırrı bildir." O, oruç konusu geçtiği zaman çevresindekilere: "Hamdolsun, Rabbim bana orucun hikmeti­ni bildirdi." dermiş.

Tayyar Baba, ibadetlerini genellikle gizli yapmaya gayret gösterirdi. "İbadet gösteriş değildir Zevk işidir.." diye açıklardı. O, hayatı boyunca kesinlikle mezhep ayrımı, tarikat ayrımı yapmamış, sadece günah içinde olan insanlara acımış ve onların kurtu­luşu için zaman zaman dua etmiştir.

 

             *    *    *

Bir gün yine bir başka Ermeni komşusu olan Saatçi Poto namı ile bili­nen kişi kapısını çalar. İçeri girdikten sonra Tayyar Baba'nın elini öper ve bir köşeye geçerek oturur. Biraz sonra koynundan çıkardığı rakı şişesini kafaya dikmeye başlar!. Tayyar Baba'nın müridleri o anda Efendi orada olmasa Ermeni Poto'yu döve döve dışarı atacaklar. Tayyar Baba durumu farkedince: "Oğlum Feyzi, git mutfaktan bir bardak getir, rahat içsin." der. Bardak gelince Ermeni Poto rakısını bardaktan içmeye başlar. Aradan uzun bir süre geçer, Ermeni Usta kalkıp gider. Tayyar Baba kızmış bulunan müridlerine dönerek:

 

 

 

"Ne oldu yani, en fazla bardak kirlendi.  Yıkarsınız temizlenir,  olmazsa kırarsınız. Evi de havalandırırsanız koku gider. Ama o evimize gelmiş Tanrı misafiridir. Misafire iyi davranmak lazım" der. Onun bu hoş görüsü oldukça ilginçtir.

 

                   *    *    *

Müridlerden Hacı Mustafa Özbay'dan nakil :

 

"1954 yılıydı. Şapka yapıp satıyordum. Bazen de eski elbiseleri bozarak kumaşını yıkayıp sonra da ütüleyerek şapka dikiyordum. Bir gün eski bir pantolonu söküp, temizledim ve ütüleyerek bir şapka yaptım. Yalnız şapkanın bir kenarına gelen kumaş biraz incelmişti. Şapkayı satılmak üzere dükkâna astım. Öğlen namazına giderken dükkândaki kardeşime, müşteri gelirse bunu üç liradan, diğerlerini do­kuz liradan satmasını söyledim. Namaz dönüşü masanın üzerinde do­kuz lira görünce, kardeşime hangi şapkayı sattığını sordum. Bana üç liraya satmasını söylediğim şapkayı tarif etti. Baktığımda şapka ye­rinde yoktu. Şaşırdım!. Kardeşime: ‘Bire adam, ben sana onu üç liraya sat demedim mi?’ diye çıkıştım. Sattığı adamı tanıyıp tanımadığını sordum. Tanımadığını söyledi. ‘Eyvah’ dedim, ‘Sen beni mahvettin’ Parayı masanın üzerinden aldığım gibi dışarı fırladım. Niyetim komşu olan Ağa'yı da yanıma alarak Efendi'ye gidecektim. Bakalım o bu işe ne diyecekti. Ağa'nın dükkânına gelince gördüm ki Tayyar Baba orada oturuyor. Malatya'dan gelen hocalarla birlikte sohbet ediyorlar. Önce ses çıkarmadan yanlarına iliştim. Tayyar Baba hocalara bir hikâye an­latmaya başladı: "Size bir şey anlatayım” dedi,: "Adamın biri esnaflık yapıyor ve bir şey üretiyor. Yaptığının üzerine birşeyler sürerek satıyor. Bir gün yine emek verip malı yapıyor. Ama malda biraz arıza var. Camiye giderken dükkândaki kişiye diyor ki: "Müşteri gelirse bunu üç kuruşa, diğerlerini dokuz kuruşa satacaksın. Dükkân sahibi camiden dönünce bakıyor ki üç kuruşa ver dediği mal dokuz kuruşa satılmış. Korku ve telaşa düşüyor. Gidip Efendiye durumu anlatayım, bu para helâl mi, haram mı? " Tayyar Baba devamla: "Bu para helâldir" deyince Malatyalı hocalar: "İspatla Tayyar Efendi, neden helaldir?" Tayyar Baba devam ediyor: "Eğer emek vermeden alıp satsa idi, beş kuruşa aldığı malı ancak dokuz kuruşa satabilirdi. Fazlasına satamazdı. Oysa Peygamber Efendimiz: ‘Emeğin pahası olmaz.’ buyuruyor. Bu adam buna emek vermiş, bunun için dokuz kuruşa sattığı bu mal ha­ram değildir." diye bitirince, Hacı Mustafa Efendi avucundaki terden ıslanmış parayı Tayyar Baba'ya uzatarak: "Efendi, sen beni an­latıyorsun. Bu iş benim başıma geldi." diyor. Tayyar Baba gayet sa­kin: "Yok Mustafa yok, ben seni nerden bileyim. Ben Harputlu Berber Hıdır’ın oğluyum." diyor. Mustafa Efendi habire: ”Sen beni anlatıyorsun” dedikçe, Haydar Baba: "Yahu ben ber­ber Hıdır’ın oğluyum, ben kimim?." diyor.

 

                   *    *    *

Tayyar Baba bir gün şöyle bir olay anlatıyor:

 

"Mehmet Efendi adındaki bir dostum bir gün bana gelerek: ‘Tayyar Efendi falanın taziyesine gidelim’ dedi. Birlikte çıktık. Yalnız Rabbime söz vermiştim, Tayyar kulunun nefsini herkesten aşağı tuta­caktım. Yürüyerek Harput Caddesi'ne geldik. Mehmet Efendi:Bu ge­lenleri tanıyor musun?’ dedi. Başımı kaldırdım baktım: Tanımıyorum dedim. Mehmet Efendi devam etti: ‘Bunlar karı ko­cadır. Kahveye birlikte gidiyorlar. Erkek çalgı çalarken, karısı türkü söylüyor. Mehmet Efendi'ye dedim ki: ‘Herşeye cömertlik olur ama namusa da cömertlik olmaz!’ Birde baktım (Parmağını ağzına sokup çıkararak) anadan doğma üryanım. Daha birşey diyemedim… Mehmet Efendi'ye: Sen taziyeye git, benim bir abdest tazelemem gerekti di­yerek doğru hücreye geldim. Kitapları karıştırdım, birşey bulamadım. Efendim bana demişti ki: Tayyar, çaresiz kaldığın vakit kalk abdest al, iki rekât namaz kıl. Sıkıntı ve zorluklar gider.’ Kalkıp abdest aldım ve iki rekât namaza durdum. Tam secdeye varınca, arkamdan bir ses: Tayyar, sen nefsini ondan da aşağı tutmayınca yol ala­mazsın!’ Sonra kendi kendime dedim ki: O yine dört duvar arasında yapıyor. Bana fırsat geçse ben meydanda ya­parım. Ben ondan daha aşağıyım, herkesten de aşağıyım, bin kere tövbe... Cenab-ı Hak lütfetti yine eski halime döndüm.”

 

                        *    *    *

Nazif Esen’den nakil:

 

1951 yılında önce Bingöl'e, sonra Niğde'nin Bor kazasına asker olarak gidiyorum. Nakil sırasında Bingöl'den Elazığ'a geldik. İki saat­lik rötarımız var. Muhafız onbaşıya dedim ki: "Burada bir akrabam var görüp geleceğim. Zorla izin aldım. Niyetim Tayyar Baba'yı görüp son­ra Niğde'ye gitmekti. Efendinin yanına geldim, bana: ''Nereye verdiİer?" dedi. Ben Bor İlçesi’ni söylemeden ‘Niğde'ye’ dedim. Güldü: ‘Niye öyle korka korka gidiyorsun, Bor iyi bir yerdir. Havası, suyu tıpkı sizin Palu'ya benzer.’ Tayyar Baba'dan ayrılacağım zaman, ‘Nazif, o ki Bor'a gidiyorsun, sana iki tembihatım var: Birincisi, orada ‘Kuddisi Baba’ diye bir zat yatıyor, önceleri orası türbeydi. Şimdi sanmıyorum ki orada türbe kalsın. Onun kabri şerifine bir uğra, benim selamımı ilet. İkinci isteğime gelince, orada Kuddisi Efendi'nin yo­lunda giden Ahmet Efendi diye bir zat var, bir de onu bularak selamımı ilet.’dedi.  Biz çekip Bor'a gittik. İzinlerde askerin gidebileceği bir kahve vardı. O sıralar asker çayı beş kuruş, sivil çayı ise on kuruştu. Tabi aske­rin çayı açık oluyordu. İlk gidişimde bana açık bir çay getirdiler. Çayı döküp parasını koydum. İkinci gidişimde yine açık çay gelince yine döktüm. Ocaktaki çaycı yanıma gelerek: ‘Asker, bu çayı niçin döküyorsun?’ dedi. Kendisi orta yaşlı bir adamdı. Ona: Bana sivil çayı getir, sivil parası al dedim. Adamla dost olduk. Sürekli bana ocağın yanında bir sandalye ayırıyor, ‘Bundan sonra buraya her gelişte bu sandalye senin’ diyordu. Bor'da ‘Paşa Camisi’ diye büyük bir cami vardı. Bir gün izin çıkışı o camiye giderek namaz kıldım. Niyetim başta imam olmak üzere, yaşlı kimselere Kuddisi Efendi'nin türbesini sormaktı. Nitekim cami çakışında kime sordumsa Kuddisi Efendi’yi tanıyan çıkmadı. Müftü'ye gittim, ne yazık ki o da tanımadı. Canım çok sıkılmıştı. Doğru kahvehaneye geldim.’ Baba bana bir iş söyledi ama yerine getiremiyorum’ diye üzülüyordum. Ocakçı dalıp gittiğimi görmüş olacak ki: ‘Nazif Onbaşı’ diye seslendi. Adama döndüm, biraz da kızarak: ‘Böyle memleket olmaz.’ dedim. ‘Burada bir tek büyük zat var, onu da kimse tanımıyor!’ Ocakçı "Kim?" dedi. Olayı olduğu gibi anlattım. Başladı gözlerinden yaş akmaya. Bana: "Gel" diyerek dışarı çıkardı. Eliyle bir kaç yüz metre ilerde büyük bir binayı gösterdi: ‘Kuddisi Efendi'nin türbesi önce orada idi. Bor büyüyünce türbeyi yıkarak asri mezarlığa naklettiler. Zaten o eski yeri de mezarlıktı.’ Bana Ahmet Efendi'nin dükkânını tarif etti. Ahmet Efendi saatçilik yapıyordu. Onun dükkânına gittiğim de: ‘Buyur asker ağa.’ dedi. ‘Ben, Elazığlıyım Tayyar Baba'nın sana selamı var.’ dedim. Biraz düşündü: ‘Hangi Tayyar?’ dedi. Ben de: "Caferi Tayyar Baba" diye karşılık verdim. Yeniden düşündü, sonra: ‘Yaa, Tayyar Baba büyük bir adam, hayır duasını alın size yeter.’ dedi. Olayı onunla da konuştuk. Bana Kuddisi Baba'nın mezarını tarif etti. Ne yazık ki izine gelene kadar o büyük zatı gidip ziyaret edemedim. İzin için memlekete geldiğimde, Tayyar Baba beni görür görmez: ‘Ben sana küsmüşüm.’ dedi. ‘Niçin Baba?’ dedim. Biraz üzgün bir şekilde: ‘Sana iki şey söyledim birini yerine getirmedin. Emanete ihanetin cezası ağırdır!’ dedi. İzinden döndüğümde arkadaşlarımı da yanıma alarakbu bu sefer Asri Mezarlığın yolunu tuttum. Birlikte mezar taşlarını okumaya çalışıyoruz. Tabi esas mak­sadımız Kuddisi Baba'yı aramaktı. Buraya nakli sırasında türbesi yıkılınca ikinci defa türbe yaptırmamışlardı. Neticede bulduk. Ben Yasin-i Şerif okumaya başladım. Nefsim ise, okuma burası değil diyor İçimden: ‘Ya Kuddisi Baba’ dedim. ‘Doğru ise bana işaret ver.’ O anda ayağımın altından üç defa "güm. güm, güm" diye bir ses geldi. Rahat­lamıştım. Dönerken asker arkadaşlarımdan birisi yanıma yaklaştı, ‘Nazif’ dedi,’ Yasin-i Şerifi okurken falan yerinde alttan gelen sesi ben de duydum!’ dedi. Ağlamaya başlamıştım.

Netice olarak, askerlik bitip de Elazığ'a döndüğümde, Babay’ı ziya­rete gittim. Beni görür görmez gülmeye başladı: ‘Nazif, işte şimdi yüz akı ile geldin. Mezarı epeyce aradınız ama sonunda da buldunuz. Allah sizden razı olsun.’ dedi.”

                

TAYYAR BABA

 

Ben Tayyar'dan aldım dersi

Getti emalımın tersi

Müderrisler müderrisi

Ne şanlısın Efendim sen.

 

Fetirrru'dan cüret aldık

İnsan-ı Kâmil'e vardık

Aynel yakinden ders aldık

Ne şanlısın Efendim sen.

 

Evliyanın göz bebeği

Bizlere çoktur emeği

Makbul idi her dileği

Ne şanlısın Efendim sen.

 

Efendiler efendisi

Gavs-ı Âzamdı kendisi

Seray-i hak mühendisi

Ne şanlısın Sultanım sen.

 

Sohbetleri gayet giran

Dinleyenler oldu giryan

Müridan hep sana hayran

Ne şanlısın Sultanım sen.

 

Cemâline bakılmazdı

Kemâline doyulmazdı

Kerameti sayılmazdı

Ne büyüksün Sultanım sen.

 

Kim anın aşkına düşe

Aşkın ateşine pişe

Yanmaz başka bir ateşe

Ne şanlısın Sultanım sen.

 

Firakın oduna yandık

Bir an canımız sandık

O nasıl can ki dayandık

Ne şanlısın Sultanım sen.

 

Hasan Özdemir (Cip Köyü)

 

 

Kaynak:
Harput Kültüründe Din Alimleri
Günerkan AYDOĞMUŞ

 

HARPUT DİN ALİMLERİ İNDEKS


Yorum Yap


Yazili Resim



Bu Habere Yapılan Yorumlar

1



salim güven

2.12.2010 23:02:15

ben Cip Köyünden Salim Güven. Hasan Özdemir benim köylüm ve Günerkan Aydoğmuş da benim öğretmenim.Hasan Özdemir 4 dil bilen, din veya dinler konusunda sınırsız bilgiye sahip bir alimdi. Ama yaşamı boyunca bunu kimse farkedemedi. Günerkan Aydoğmuş hocam bunu farkettiği için kendisini canı gönülden kutluyorum. SAYGILAR


Duyurular


Tümünü Gör

Yönetim Kurulu


Tümünü Gör

Anket

MARED ÇALIŞMALARINI NASIL BULUYORSUNUZ


 


Tümünü Gör

Bugün : 548   Son 1 Hafta : 10929   Son 1 Ay : 175946   Son 12 Ay: 175946