Elazığ Aileleri+

SEYYİD AHMET ÇAPAKÇURİ HZ.


 24.11.2010 14:09:08   9274 kez okundu.
 Kategori : HARPUT EVLİYALARI

SEYYİD AHMET ÇAPAKÇURİ HZ.

SEYYİD AHMET ÇAPAKÇURİ HZ.

 Harput merkezinde tarihi Ulu Cami'nin bahçesinde medfundur. Daha önce türbesi Ulu Cami'nin batı duvarının kuzey köşesine bitişik bir yerde iken, Rahmetli Nurettin Ardıçoğlu tarafından caminin etrafını açmak amacı ile oradan çıkarılarak yine Ulu Cami'nin batıya dönük duvarının güney köşesine yakın bir yerine kaldırılmıştır. (Bugünkü yerine) Türbesi bu­lunmayan Ahmet Çapakçuri Hazretleri’nin mezarı, yerden 75 cm yüksekliğinde kesme taşlardan oluşan düzgün bir kaide üzerine oturtul­muştur. Mezar bölümü bu kaidenin tam orta yerinde olup, normal taş sanduka şeklindedir. Bu mezarın çevresi kaide üzerinden itibaren demir kafesle çevrilmiştir. Ayak ve baş kısmında taştan yapılmış şahideler vardır. Baş kısmına konulan şahidede: "Şeyh Çapakçuri demekle müştehir Seyyid Ahmet Kadesallahü'l alâ Hecegan-i nakşibendin rehberi zulcenaheyn serfirazı evliya sinni doksandörde varmış pir idi. Fakrî fahri vadisinde dilrüba tarih oldu. İş bu kavli ol pirin özle gözle feyz-i hakkı kıl dua."

Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri’nin daha önceki türbesini İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında adlı eserinde "Yareni yaptırmıştır." diye ifade etmiştir.

 SEYYİD AHMET ÇAPAKÇURİ HZ. KİMDİR?

 Aslen Bingöl'ün "Kür" köyündendir. 1827 yılında doğmuştur. Dedelerinin Bağdatlı olduğu söylenir. Bu zata halk arasında "Çapakçurlu Şeyh", "Çapakçurlu Efendide denir.

Çocukluğunda doğduğu köy olan "Kür" de koyun çobanlığı yapmış, daha sonra dini bilgilere duyduğu ilgi sebebi ile köyünü terk etmiştir. Onun köyünü terk etmesi şöyledir: Bir gün dağda koyun otlatırken bir yabancı yanına gelerek onunla sohbete dalar. Onun dini konulara olan ilgisini görünce, Çapakçuri Hazretleri'nin Palu'daki Ali Sebdi Hazretleri'ne giderek ondan ders almasını söyler. Seyyid Ahmet Çapakçuri bu olayı akşam babasına anlatır. Babası onu yanına alarak Palu'ya ge­lir. Şeyh Ali Sebdi Hazretleri'nin huzuruna varırlar. Devrin büyük nakşı şeyhi Ali Sebdi Hazretleri bu genç çocuğu severek yanına alır. Ondaki bu istek ve arzuyu da görünce, Çapakçuri Hazretle­ri’ne gerekli ilgiyi göstermeye başlar. Kısa zamanda tarikatta yükselerek Ali Sebdi Hazretleri'nden gerekli icazeti alır. Ama O, bu icazeti almasına rağmen şeyhini terketmez. Şeyhi ölene kadar ona hizmet eder. Nitekim Ali Sebdi Hazretleri'nin dünyasını değişmesi üzerine 1892 yılında Palu'dan ayrılarak Harput'a gelir. Ulu Cami'ye çok yakın bir evde kalan Çapakçuri Hazretleri burada yoksul bir hayat sürmeye başlar. Oturduğu ev tek katlı olup, içinde doğru dürüst ev eşyası da yoktur. Onu tanıyanlar boyunun uzuna yakın olduğunu, geniş omuzlu, el ve ayaklarının büyük ama kendisinin zayıf olduğunu söylerler.

On dört yıl Harput'ta kalan Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri geçimini Kur'an-ı Kerim yazarak sağlamıştır. 1906 yılında bir süre Urfa’nın Siverek ilçesine gider. Sekiz yıla yakın orada kalır. 1913 yılında Urfa'nın Viranşehri'ne geçerek iki yıl da Viranşehir'de kalır. Bu süre içerisinde Siverek ve Viranşehir'de halkı irşat etmekle meşgul olmuştur. Bu süre içerisinde yerine Harput'ta Hacı Tevfik Efendi'yi vekil bırakmıştır. O sırada Tarihte 93 Harbi diye anılan Osmanlı-Rus Harbi çıkınca, Ruslar'ın Bingöl'e kadar gelmesi üzerine, Harput halkında büyük bir panik ve telaş görülür. Ûlema ve tasavvuf ehli kişiler camilere kapanarak hatimler indirip, günlerce dua etmeye başlarlar. İşte tam bu sırada Hacı Tevfik Efendi, Şeyhi Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri’ne bir mektup yaza­rak Harput halkının durumunu anlatmış, yolladığı bu mektubunda: "Efendim, Rus askeri Bingöl'ü geçti. Buradaki ahalinin bir kısmı göç etti. Bir kısmı ise cepheye gitti. Geriye kalan Harput halkı ise bize gelip ne yapmaları gerektiğini soruyorlar. Diyorlar ki, biz de bazı kararsızlarla birlikte Harput'tan çıkalım mı?" Mektubunda ona sual soruyordu. Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri Urfa'dan yolladığı ceva­bi mektubunda: "Mektubunuzu aldık. Allah-u Tealâ cepheye gidenden de, göç edenden de, etmeyenden de razı olsun. Fakat Ruslar artık ilerlemeyeceklerdir. İki gün sonra çekilip gidecekler. Harput'u terk etmeyin kardeşlerim.” diyerek önemli bir keramette bulunmuştur. Gerçekten mektubun Harput'a gelmesinden iki gün sonra top sesleri artık duyulmaz olmuş, Ruslar çıkan Bolşevik ihtilali nedeniyle çekip gitmişlerdir.(47) O büyük kera­met sahibi, devrin kutbu, 1915 yılında tekrar Harput'a dönerek ölene kadar burada kalmıştır.

Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri'nin hayatı, dünya yaşantısı yoksulluk ve perişanlık içerisinde geçmiştir. Ama onun üstün ahlâk ve fazileti, mütevaziliği ve dürstlüğü yüzünden Harput halkı tarafından sevilip sayılmış, ona büyük hürmet gösterilmiştir. O, Kur'an-ı Kerim'i çok iyi okur ve açıklardı. Yazısı ise hattat derecesindeydi. Çapakçuri Hazretleri esasında yoksulluk içerisinde yaşamayı tasavvufta bir yol olarak seçmiştir. O,Yüce Peygamberin hayat tarzını kendisine örnek olarak almış, hayatı boyunca da dünya malına rağbet etmeyerek paradan, puldan kaçmıştır. Harput halkı onu fukara olarak tanımıştır. Evinde bir ten­cere, birkaç toprak kaptan başka mutfak eşyası olmamış, kendi üzerinde de bir tek iç çamaşırı dışında başka bir iç çamaşırı bulundurmamıştır. Çapakçuri Hazretleri yıkanacağı zaman yatağa girer, çamaşırları kuruyana kadar yataktan çıkmazmış. Yine çamaşırlarının yıkandığı bir gün, bir komşusu ona birkaç parça iç çamaşırı hediye getirir. Hediyeyi getiren komşuları bunları kızına verirken, o büyük zat birden yanlarında bitiverir. Gelen çamaşırları münasip bir şekilde geri çevirir. Onun bir anda yataktan çıkıp, çamaşırını giyerek, dışarı çıkmasına kızı bile şaşırmıştır. Çapakçuri Hazretleri'ni fukaralık yaşamı ile ilgili çeşitli hikâyeler anlatılır.

           *     *     *

Rivayete göre bir gün Harput'ta bir zat ona bir mecidiye vererek kendisine dua okumasını ister. O sıralar bir mecidiye 20 kuruş değerindedir. Çapakçuri Hazretleri verilen bu 20 kuruşun iki kuruşunu alır, gerisini veren zata: "Bunu götür çocuklarına bir şey alırsın." diyerek iade eder. Çocukları babalarının bu parayı iade etmesine kızarlar. O kızlarına dönerek: "Yavrum siz olmasaydınız ben bu iki kuruşu da almazdım." diye cevap verir. Çapakçuri Hazretleri, gönlüne Allah sevgisinden başka hiç bir şey sokmamıştır. Geceleri az uyur, zamanın büyük bir çoğunluğunu huzurda geçirerek tefekkür edip, tesbih çekerdi. Onun bir gün sırt üstü yatarak uyuduğunu gören olmamıştır. Çok az uyuduğu zaman bile önüne birkaç yastığı üst üste koyarak, başını yas­layıp öyle uyurdu. Onu yakinen tanıyanlar sadece öldüğü zaman sırtının yere geldiğini söylemişlerdir. O sık sık Ulu Caminin minareye yakın bölümünde kendisinin seçtiği hücreye çekilir, orada yalnızlığı tercih ederdi. Kendisine birşey sorulmadığı zaman asla konuşmaz, sorul­duğu zaman da ûlema derecesinde bilgili olduğunu gösterirdi. Onun en sadık halifelerinden birisi Hacı Tevfik Efendi idi. Bu büyük veli, yaşadığı süre içerisinde manevi yönünü hep gizlemiştir. Harputlular, onu fukara biri olarak tanımışlardır. Hâlbuki onda "Kutbiyet", "Gavsiyet" ve "Ferdiyet" makamlarının tamamı vardı. O, nefes aldığı her anında nefsiyle cihadı birinci plâna çıkarmış, bu konuda kemâl derecesine ermişti. Kendisi Şafii mezhebinden olmasına rağmen bütün mezheplerin sırlarına vakıftı. İç çamaşırı ve elbisesi tek olduğu halde oldukça temiz giyinir, etrafına misk gibi kokular saçardı. Çevresine âlimlik ve şeyhlik görüntüsü katiyen vermezdi. Halk bazen ona gelir dua isterlerdi. Çünkü onu tanıyanlar yaptığı duaların gerçekleştiğini gördükleri için sıkıntılı anlarında ona koşarak birkaç kuruş verir, kendileri için dua etmesini isterlerdi. O, verilen zekât ve dua paralarının tamamını almaz, geri çevirirdi. Aldığı birkaç kuruşu da sırf çocuklarının nafakası için alırdı. Kim ki onun sohbetine katılmışsa, büyük bir velinin huzurunda olduğunu hissetmiştir. O hep dizlerinin üstünde oturduğu için dizleri nasır bağlamıştı.(48)

Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri'nin son hastalığında sevdiği bir müridi olan Dabak Ahmet, bir tabak dolusu bal alarak ziyaretine gelir. Balı önce avluda bir yere bırakarak içeri girer. Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri Dabak Ahmet'i görür görmez: "Gel Ahmet, canım da bal istemişti, sağolasın." deyince, Ahmet Efendi bir yandan şaşırır, bir yandan da getirdiği balın makbule geçmesinden dolayı sevinir. Hemen dışarı çıkarak avluda bıraktığı balı alıp yanına ge­lir. Çapakçuri Hazretleri baldan bir parmak aldıktan sonra tabağı Dabak Ahmet'e uzatarak: "Bunu götür evde çocukların yesin." der. Son günlerini yaşadığını kendisi de biliyordu. Sevgili müridi Dabak Ah­met yanından ayrılırken: "Bir kaç günlük misafirliğimiz kaldı. Hayırlısı yolcuyuz Ahmet." diyerek müritlerini ölüm anına hazırlamıştı.(49)

Halifesi Hacı Tevfik Efendi onun ölüm halini şöyle nakle­diyor: "Efendi kırk gündür midesinden ağır hasta olarak yatıyordu. Hi­cri 1340 (Miladi 1921) Rebiü'l Evvel ayının 24. Cuma günü akşamı saat bir buçuk sıralarında bu fakiri istemişler. Birkaç kardeş ile birlikte yanlarına vardık. Hastalığını artmış bulduk ve çok üzüldük. Bendenize hi­taben: "Biraz Kur'an oku dinleyelim." buyurdular. Ben de büyük bir üzüntü ile Kur'an-ı Azimüşan okudum. Sonunda "Allah senden razı ol­sun." dedi. Daha sonra "Artık siz gidiniz" diyerek ayrılmamızı istedi. Bunun üzerine ben gitmeyeceğimi belirttim. Bana: "Şimdilik bir alâmet yoktur, gerekirse seni isterim." diyerek beni uğurladı. Eve gel­dim. Büyük bir üzüntü içerisinde yatağa girdim. Uyur uyanık bir hal­deyken kapı çalındı. Hemen koştum, kapıyı çalan Şefik Efendiydi: "Şeyh Efendi seni istiyor." dedi. Birlikte huzuruna koştuk. Beni görünce: "Kur'an-ı Kerim oku" diye emir buyurdular. Hafız Şefik Efen­di ile birlikle iki tarafına geçerek Kur'an okumağa başladık. Bu sırada kızları Fatma Hanım getirmiş olduğu zemzem suyundan bir iki damla ağzına koydu. Artık kavuşma vakti yakın olduğu için: “Kızım artık bunları verme. İhtiyaç kalmadı” buyurdular. Tam bu sırada yorgan altındaki ellerini göğsüne bağlayıp şaşılacak bir tazimde bulun­du. Mübarek dilleri sessizce bir şey ile meşguldü. İşte bu dakikada Peygamber S.A.V. Efendimiz Hazretleri'nden kendilerine kadar gelen Nakşibendiye silsilesi büyüklerinin hepsinin orada hazır olduklarını hissettim. Odası insanı mest eden nurlu bir hâl ile doldu. O anda sayılı olan nefesi tamamlanarak ruhu yüceler yücesi bir âleme uçtu.” (50)

Devrin kutbu, bu büyük insan 94 yıllık ömrünü böylece ta­mamlayarak her daim huzurunda bulunduğu yüce Rabbine kavuştu.

O, Bingöl'ün "Kür" köyünde doğduğu için ona Seyyid Ahmet Kürd-i de denmiştir. Hiçbir tekke ve dergâhı olmayan Çapakçuri Hazret­leri, müritlerine derslerini çeşitli yerlerde verirdi. Onun mezarı şeriflerini Ulu Caminin batı duvarının kuzeye yakın bir yerine kazdılar. Etrafı güllerle çevrili idi. Daha sonra buraya yapılan türbe sırasında mezarını düzeltmek için yeniden kazdıkları vakit mübarek naaşları yeni gömülmüş gibi taptaze duruyordu. Aradan yıllar geçti, Elazığın yetiştirdiği büyük kültür adamı, Türkiye Cumhuriyetinin ilk Turizm Bakam Nurettin Ardıçoğlu bu türbeyi buradan kaldırarak aynı duvarın güney köşesine yakın bir yerine nakletti. Bu nakil işleminden hemen sonra yeni bir türbe yapılmamıştır.

Bugün bu büyük tasavvuf âlimi, büyük veli, Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri'nin kabri Harput'ta Ulu Cami'nin bahçesinde fazla gösterişli olmayan bir şekilde durmaktadır.

Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri’nin ölümünden yıllar sonra, Kastamonu’da âlim ve mutasavvıf Muhammed İhsan Oğuz isminde bir zat “Manevi Cihat”isimli bir eser yazar. Bu eserde çok ilginç şeyler anlatmaktadır. Gelin burayı hep birlikte bu eserin yazarı Muhammed İhsan Oğuz’dan dinleyelim:

            

                 *    *    *

 

"Çocukluğumdan beri gönlümde Allah dostlarına karşı daima ar­tan bir sevgi ve manevi ilgi hüküm sürer. Onların hayatlarını okumak­tan pek ziyade zevk alırdım. Bir gün bir nakşi şeyhine bağlandım. Daha sonra bu zatın şeyhlik taslayan biri olduğunu öğrenince, yeni bir mürşid aramaya başladım. Bulduğum ikinci şeyhte kısa bir süre sonra ahirete intikal edince tekrar mürşidi kâmil aramaya koyulduk. Kendime büyük bir âlim ve mürşid bulamamanın üzüntüsü içindeyken sonunda Hakk'ın yardımı ve izni olmadan iyi bir mürşid bulamayacağıma ka­naat getirdim. Ve Allah-u Tealâ'ya yalvarıp yakarmaya başladım. 1917 yılı Rebiü'l Evvel ayının Peygamber Efendimizin doğum gününe rast­layan Pazartesi gecesi, boy abdesti alarak Hak Tealâ'ya gözyaşlarıyla yalvarıp yakarmaya başladım. Cenab-ı Hak o gece lütuf ve keremiyle mürşid-i kâmilin ismini ve cismini belirledi. O gece mana âleminde havada ve boşlukta beyaz bir zemin üzerine kalın ve siyah bir yazı ile "Seyyid Ahmet Kürdi" yazılı bir levha gösterdi. Yukarıdan görünmeyen bir kimse tarafından: "Bu İsim, murşid ve insan-ı kâmil ismidir," diye seslendi. Sonra karşıda içerisi namaz seccadesi ile döşenmiş bir hücre belirdi ve derhal içine girdim. İçerde hücre derin­liğinde gayet nurani bir zat görünerek biraz sonra daşıraya çıktı. Önceki sesin sahibi yeniden seslenerek zamanın kutbu-l Aktabı'nın bu zat olduğunu bildirdi. Büyük bir sevinçle "Kutbu-l Aktab"a tabi olmak için hücreden dışarı çıktım.”

Evet, Kastamonulu bu değerli insan Muhammed İhsan Oğuz bundan sonrasını şöyle izah ediyor: "Bu zatın nerede olduğunu bana bildirmemişlerdi. Irak taraflarında duyduğum bir mürşid hakkında bilgi edinmeye çalışıyordum. Harput'ta önceden tanıdığım Ulu Cami imamı Hacı Tevfik Efendi'ye mektup yazarak bu mürşid hakkında bilgi istemiştim. Bu arada gördüğüm rüyayı da mektubumda anlatmıştım. Bu mektubumda oralarda "Seyyid Ahmet Kürdi" diye birinin olup olmadığını sordum. Hacı Tevfik Efendi'den bana gelen cevap­ta: “Mana âleminde görmüş olduğunuz zat bu gün burada ve hayattadır. Hakkında şu kadar bilgi verebilirim kis kendisi seyyiddir. Soyu sağlam bir silsile ile Peygamber Efendimize ulaşır. Yaşı 9O'ı geçmiş olup, mezhebi Şafidir,ismi Seyyid Ahmet Kürdi, hali fakir, ailesi kala­balıktır. İhtiyacını ve zaruretini kimseye demez. Uçsuz bucaksız olan ilmini kimseye bildirmez. Fukara şeklinde dolanır bir adamdır. Memle­ket bu zatın binlerce olağanüstü halini görmüştür. Bu fakir de bazı hallerine rastlamıştır." Muhammed İhsan Oğuz bu cevap üzerine oldukça sevinir ve Hacı Tevfik Efendi'ye Çapakçuri Hazretleri’ne verilmek üzere bir mektup yazar. Bu mektup Hacı Tevfik Efendi tarafından Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri'ne iletilir. Bu büyük veli, kendisine bir emir gelmedikçe cevap vermeyeceğini söyler. Uzun bir müddet bek­leyişten sonra Çapakçuri Hazretleri Muhammed İhsan Oğuz'a hita­ben yazdığı mektupta kendisine intisabını kabul eder. Böylece ara­larında mektuplaşma başlar. O, Muhammed İhsan Oğuz'a dersleri mektupla verir. Böylece Çapakçuri Hazretleri'nden gelen nakşilik kolu Kastamonu'da Muhammed İhsan Oğuz vasıtasıyla yayılır.

 Bir gün Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretleri Harput'ta bir dükkâna girer. Bir süre sonra ağlamaya başlar. Dükkân sahibi onun bu haline oldukça üzülür: "Nedir Efendi, bir derdin mi var?" der. Çapakçuri Hazretleri göz yaşlarını silerek: "Yahu İmam Efendi gibi bîr zat konuşurken,  ben büyüklük duygusuyla onu dinlemeyip buraya geldim.  Ben nasıl bir insanım?  Bunu nasıl yaptım! İşte ona ağlıyorum!" der

 

 

        Hacı Tevfik Efendiden nakil: 

         Bir gün Fatih Ahmet Baba'nın türbedarı Ahmet Efendi bana şöyle bir olay anlattı: “STürbeyi bir gün açmak için giderken hatırıma Seyyid Ahmet Çapakçuri geldi. Kendi kendime şöyle dedim: ‘Bu Şeyh Efendi'yi herkes övüyor, hâlbuki bir gün olsun gelip de bu zatı ziyaret etmedi. Bu düşünce ile anahtarı çıkarıp Fatih Ahmet Baba'nın türbesini açtım, içeri girdiğimde bir de baktım ki Seyyid Ahmet Çapakçuri Haz­retleri diz üzre oturmuş, başını şeyhül kâinatın sandukasının baş ta­rafına dayamışlar. O anda şaşırdım, korku ve ürperme ile hemen kapıyı kapatıp, kendimi daşıra attım. Anahtarı bende olan ve kapısından başka bir yerden içeri girilmeyen bu türbeye Seyyid Hazretlerinin nasıl ve ne şekilde girdiklerine akıl erdiremeyerek hayrette kaldım.”(51)

 

      Müritlerinden Hasan Efendi'den nakil:

 Ahirete gitmelerine yakın idi. Ziyaretleri şerefine ermek için huzurlarına vardım. Biraz sohbetten sonra bana: "Hasan Efendi, ma­nevi âlemde idim, yeni geliyorum. Bir an içinde olan şeyleri yıllarca söylesem tükenmez.   Bir an bin yıl gibi... Hasan Efendi ben bir ihtiyarım, zerre oldum, onu da üfürdüler, yok ettiler." deyip birçok sırlardan ve gerçeklerden bahsettiler. Ondan sonra "Hasan Efendi, bunları canın sıkılmasın diye söylüyorum." buyurdular.(52)

Kaynak:
Harput Kültüründe Din Alimleri
Günerkan AYDOĞMUŞ


SEYİT AHMET ÇAPAKÇURİ

Doğumu ve Çocukluk Yılları 1830 yılında ( H.1246 ) Bingöl ( Çapakçur) ilinin, Dikme (Kur) köyünde dünyaya gelmiştir. Dedeleri Seyyid Abdulhamid Efendi Bağdat’tan Çapakçur’a gelmiş ve Kur köyüne yerleşmişlerdir. Aslen Bağdat’ lı olup seyitdirler. Küçüklüğünde koyun çobanlığı yapmış, dini ilimIere büyük bir ilgi duyduğu için on iki yaşlarında iken babası Seyyit Muhammed Şemseddin tarafından Elazığ’ın Palu ilçesinde bulunan zamanın büyük mutasavvıflarından Ali Septi Efendi’ye teslim edilmiştir .Kendileri bu olayı Dostu ve Harput ‘daki vekili olan Hacı Tevfik Efendiye şöyle anlatmıştır.

“10-12 yaşlarında iken, dağlarda koyun otlatırdım .Bir gün dağda bir zata rastladım .Bu zat benim bazı hallerimden sordu ve baz sohbet ettikten sonra ,onun her halimden haberdar olduğunu anladım. O zaman, ancak Fatiha’yı okuyabiliyordum. İlim öğrenmeye çok arzulu idim. 0 zat benim bu arzumu da anlayınca hemen ağzıma üfledi. Cenab-ı Hak o anda her bir ilmi kalbime doldurdu.

Biline ki her şeyi var eden ve kudreti her şeye yeten Allah’u Teala, Seyyid Hz.’leri henüz 10-12 yaşlarında iken lütuf ve ihsanıyla ledünni (kendi katından olan) ilimlerin kapısını açmış ; haklarındaki lütuf ve keremini böylece göstermiştir. Ağızlarına üfleyen Ledün İlminin Hocası Ebü-l Abbas Hızır A.S. dır.” Ali Septi Efendi’ye

Kavuşmaları

Babası Seyyit Zeyd Zeynüddin de ariflerden olduğu için manevi emir üzerine tam 12 yaşında iken oğlu Seyyit Ahmet Efendi’yi, Ali es-Septi Efendi’ye teslim etmiştir.

Ali Septi Efendi babasının teslim ettiği bu manevi oğlunu kendisinde de bulunan has kulluk ve manevi olgunluk sebebiyle az zamanda çok yüksek derecelere ulaştırmıştır. Hiç yanlarından ayırmamışlar ve kendilerine özel bir sevgi duymuşlardır. Kendi yanlarında her bakımdan kemale ererek başkalarını da kemale erdirecek sevgiye geldiği zaman kamil bir arif olarak İrşatla görevlendirmişlerdir. Halifelik verildikten sonra da Harput’ ta bulunup Ali Septi Efendi’ nin vefatlarına kadar yanlarından ayrılmamışlardır. Bu yüzden Ali Septi Efendi’nin hizmetlerinde tam 28 yıl bulunmuşlardır.

Hocasının ahirete intikalinden sonra ise 1892 – 1906 yılları arasında Harput’ ta bulunmuşlar 1906 – 1913 yıllarında Siverek de 1913 – 1915 arası Viranşehir’ de bulunduktan sonra 1915 yılında tekrar Harput’ a gelip bu manevi İrşad gezilerini tamamlayıp ahirete irtihallerine kadar bu aziz beldeyi şereflendirmişlerdir.

Hacı Tevfik Efendi, Üstat’ın Harput’ dan Siverek’e gitmelerini şöyle nakletmiştir. “Şeyh Efendi bir gün ben Siverek’e gideceğim buyurdu. Siz gidince biz yalnız kalırız , yokluğunuza dayanamam dedim . Cevaben “Ne yapalım benim her işim emir üzeredir, emrolundum, gideceğim” buyurdular.

Efendinin her hal ve hareketinin emir ve ilhama dayandığı kudsi hallerinin biraz düşünülmesiyle ortaya çıkar.

Yüksek Seciyeleri

Seyyit Ahmet Çapakçuri Efendi’nin hayatı, yoksulluk içerisinde geçmiştir. Ama onun üstün ahlak ve fazileti, mütevaziliği ve dürüstlüğü yüzünden Harput halkı tarafından sevilip sayılmış, ona büyük hürmet gösterilmiştir . 0, Kur’an-ı Kerim’i çok iyi okur, açıklar ve yazardı.

Çapakçuri Hazretleri esasında yoksulluk içerisinde yaşamayı tasavvufta bir yol olarak seçer. Yüce peygamberin hayat tarzını kendisine örnek almış, hayatı boyunca dünya malına rağbet etmeyerek paradan, puldan kaçmıştır. Halk onu fukara olarak tanımıştır .Evinde bir tencere , birkaç toprak kaptan başka mutfak eşyası olmamış, kendi üzerinde bir tek iç çamaşırı dışında başka bir iç çamaşırı bulundurmamıştır. Çapakçuri Efendi yıkanacağı zaman yatağa girer, çamaşırları kuruyana kadar yataktan çıkmazmış. Torunu Hayriye Hanımın rivayetiyle de bu sabittir. Yine çamaşırlarının yıkandığı bir gün , bir komşusu ona birkaç parça iç çamaşırı hediye getirir. Hediyeyi getiren komşuları bunları kızına verirken, o büyük zat birden yanlarında bitiverir . Gelen çamaşırları münasip bir şekilde geri çevirir. Onun bir anda yataktan çıkıp, çamaşırını giyerek, dışarı çıkmasına kızı bile şaşırmıştır. Çapakçur Efendilerini fukaralık yaşamı takvaya olan düşkünlüğündendir.

Kendileri Hattatlık mesleğiyle iştigal etmişlerdir. Şafi mezhebine mensub olmasına rağmen mezhebler konusunda derin bilgileri vardı. Kutbul Aktab derecesinde olduğu için halkdan kendisini gizler, kimseye alim veya arifim demezdi. Tevazu ve hilm sahibiydi. Çok hasta olmasına rağmen İbadetleri doruk noktadadır.ak aşığı, Peygamber varisi oldukları için sohbetleri kalbe tesir etmekte ve çok sakındıkları halde kerametleri görülmekteydi.

Harput’un Manevi Bekçisi Oluşu

Torunu Hoca Hayriye Hanım ‘ dan rivayetle:

1.Dünya savaşının şiddetli olduğu sıralarda Bingöl’ ün yakınlarına kadar gelen Ruslar Harput’u tehdit eder olmuştu. Endişelenen halk Harput’u terketmeye başlamışlar, şehirde panik oluşmuştu. Bu sıralarda Viranşehir’de bulunan Seyit Ahmet Efendi (dedem) zaman ve mekanı aşarak (tayyen) Harput’a gelmiş ve halkı ikna etmeye başlamıştı. Hatta sonunda mu caminin avlusunda “Ey ahali düşman yaklaşmışsa da Harput’umuza varamayacaktır. isterseniz bir senet yazın bende mühürleyeyim ve beni aksi halde idam edersiniz, göç etmenize gerek yoktur” diyerek halkı teskin etmişler ve göç etmelerini engellemiştir.

Hakikatten daha sonra düşman üzerinde bir engel olmadığı halde Bingöl ve Erzincan önünde durmuş ve geri çekilmeye başlamışlardı. Böylece Seyit Efendi beldesinin ve dahi doğu illerinin bekçisi olduğunu bu beldeleri hem madden hem de manen koruyan bir muhafız ve sahibi olduğunu göstermiştir.

Yine aynı hadiseyi Hacı Tevfik Efendi de nakletmiş olup ayrıca bir mektup da gönderdiği rivayet edilmiştir.

Başka bir hadisede Hacı Tevfik Efendinin nakline göre: Cihan harbinde Dersim aşireti ayaklanarak köyleri talan ediyorlardı. Halk yine panik içindeydi ve durumu Seyit Ahmet Efendiye naklettiler. O da “Buraya kadar gelemezler korkmayınız” diyerek halkı güven ve emin içinde olacaklarını söylediler, neticede hakikatten yağmacılar geri dönerek kaçmaya başlamışlar, Harput’ a yaklaşmamışlardır bile.

Bir çok savaşın yaşandığı bu yıllarda , memleketin her tarafına saldıran düşmanlar çil yavrusu gibi dağılıp gitmişlerse de birçok tahribat yapmışlardır. Ne mutludur ki Elaziz’ e ( Harput’ a ) o yıllar dahi düşman çizmesi girmemiş girememiştir. Bunun da en önemli engeli Allah dostları ve o beldeyi koruyan, gözeten adeta muhafızlık ve bekçilik yapan Seyit Ahmet-el Çapakçuri’ nin ve emsallerinin bulunmasındandır. Ne mutlu ki Harput ahalisine Seyit Efendi gibi bir manevi bekçileri vardır ve Ne mutlu Harput iline Seyit Efendi’nin kabrine bekçilik yapmaktadır.

Kûrdi Lakabını Alışı

Seyyit Ahmet Efendi, Peygamber Efendimizin soyundan gelmekte olup Kürt değildir. Şimdiki adıyla Bingöl olan Çapakçur ilinin köyü olan Kur (Dikme) köyünde doğmuş olduklarından “Kurdi” lakabını almışlar fakat “Çapakçur” diye tanınmışlardır.

Vefatları

Vefatlarından bir yıl öncesinde hastalanmışlar kısa bir süre önce iyileşerek ayağı kalkmışlarsa da mide rahatsızlığından 1921(1340) yılının rebiyülevvel ayının 24. Cuma günü akşamı saat 1.30 su’larında Hak’kın rahmetine yürümüşlerdir.

Zaten Ariflerin birçoğunun dünya hayatları üzüntü ve meşeggat ile dolu olduğu vakidir. Seyit Efendi’nin de vücutları gayet sağlıksızdı. Birçok hastalığı vardı. Vefat edeceği gece Hacı Tevfik Efendi’nin nakletdiğine göre kendisini çağırmışlar ve Kur’an okumalarını istemişlerdir. Kızı Fatıma ‘nın verdiği zemzemden birkaç yudum almışlarsa da artık ihtiyaç olmadığını söyleyerek ellerini göğüslerinin üzerine bağlayıp şaşılacak bir tazim de bulunmuş ve dillerindeki kutlu sözlerle çok sevdiği Allah ve Resulüne kavuşmuşlardır . O sırada odada mest eden bir hava dolu olduğu halde son nefeslerini tamamlamışlardır.

“Allah’ın Veli kullarına hiçbir korku yoktur ve onlar mahsun da olacak değillerdir.

Cenazesinde Alimler , Şeyhler ve Memleketin ileri gelenleri hazır bulunmuştur. Cenaze namazını H. Tevfik Efendi kıldırmışlardır. Musalla ile cami avlusu iki dakikalık yol olmasına karşın kalabalık ve izdiham nedeniyle parmak uçlarında ancak yarım saat de alınmıştır. Vasiyeti üzerine Harput Ulu caminin avlusunda kendisinin seçtiği güller ile çevrili kabre defnedilmiştir.

Türbeleri

Önceleri bir türbe yapılmış olup üzeri kurşun kubbe ile çevrilmiş ve halkın hizmetine açılmıştır.(1923)

Daha sonra türbelerinin yeri bugünkü yeri ile değiştirilmiştir.(1966)

 




Yorum Yap


Yazili Resim



Bu Habere Yapılan Yorumlar

1



Önser YEĞİN

15.6.2011 12:42:57

Seyyid Ahmet Çapakçuri Hazretlerine ait yazdığı bir eseri var mı? Mektuplar adlı eser M.İhsan Oğuza mı ait yoksa bu şeyh efendiyemi? bu konuyla alakalı bilgi rica ediyorum.


Duyurular


Tümünü Gör

Yönetim Kurulu


Tümünü Gör

Anket

MARED ÇALIŞMALARINI NASIL BULUYORSUNUZ


 


Tümünü Gör

Bugün : 3974   Son 1 Hafta : 7749   Son 1 Ay : 112132   Son 12 Ay: 274741