SEKO MAHALLESİNDE ANLATILAN HİKAYELER
Mahallede yıllarca yaşayan insanlarla konuşarak dağarcıklarında kalan olayları sorduğumda şöyle bir arkalarına yaslanıp ben hangi birini anlatayım diye başlayıp sonrada hafifçe bir tebessüm ederek anlatmaya başlarlardı, bende onlardan dinlediklerimi aynen aktarıyorum;
Mahallede iki genç delikanlı ellerinde bıçak ve sopalarla kavga ediyorlarmış sonunun kötüye gideceğini anlayan Selvi İlcinoğlu önce seslenerek ayrılmalarını ister kendisini dinlemediklerini görünce başındaki tülbenti çıkararak önlerine atar bunu gören gençler utanır kavgayı keserek arkalarını dönerek oradan ayrılırlar.
Çatal sokakta bulunan çeşmede şehir şebekesinin olmadığı dönemde su sırası yüzünden iki kadının kavga ettiğini gören bakkal İzzet Fırat öksürerek çeşmeye doğru yürümüş bunu fark eden kadınlar kavgayı keserek sıralarına razı olup beklemeye başlarlar.
Yukarı bahçe civarında davulcu Tosso diye birisi otururmuş çok hızlı yürüyen hızlı haraket eden sanki devamlı bir yerlerde işi varmış gibi davranırmış, elinde bir cuval sokak sokak gezer ve köpek pisliği toplar dabakaneye götürüp satarmış ( köpek pisliği derilerin terbiye edilmesinde kullanılırmış
) mahalleli onunla ne o ''dabakhaneye bokmu yetiştiriyorsun'' diye dalga geçermiş, şimdilerde bu söz acelesi olanlar için kullanılır kaynağıda mahallelinin yaratıcılığıdır.
Adnan Arıs Mahallenin yakışıklı gençlerinden birisiydi, lisede okuduğumuz yıllarda bir kıza gönül koymuş ve konuşmak için günlerce takip ettikten sonra bir fırsatını bularak konuşmak için yanaşır ve kıza arkadaşlık teklif eder, kız ona senin benimle arkadaş olabilmen için her gün bir değişik elbise giymen lazım olmaz deyince maddi durumu iyi olmayan Adnan o günden sonra bir elbise Temizlemecisinde işe başladı elbisesini her hafta değişik renklere boyayarak kızın yanına gitmiş ama yinede o kızla çıkamamıştı,kendisi şimdilerde İstanbul'da ama gönlü halen buralarda.
Feyzi Ökrenç ( Feyzi Baba ) Bir zamanlar Gölcük sinemasının giriş kapısına bakardı, O dönemlerde Kız Öğretmen okulu vardı ve yatılı okuyan kızlar Carşamba günleri öğlen sonrası matinesine toplu olarak sinemaya getirilirlerdi, Feyzi baba bir kıza gönül koymuş ve konuşmak için
hazırlıklara başlamış, Mustafa gülle'den çeketini ve gravatını ödünç almış Mustafa ile birlikte kıza yaklaşmış ve konuşmaya başlamış, bir iki sohbetten sonra kız Feyzi Baba'ya hangi okulda okuyorsun diye sormuş ,ilk okul mezunu olan Feyzi Baba Lisede okuyorum demiş , kız dersler nasıl diye sormuş Feyzi baba'da bütün derslerim iyi ama şu hayat bilgisini bir türlü yapamıyorum deyince kız durumu anlamış gülüşerek oradan ayrılmış.
Ata parkın bulunduğu yerde bir zamanlar mahallelerdeki başı boş köpekleri tüfeğiyle vuran yarı askeri yarı bekçi kıyafeti giyen belediye görevlisi vardı bizler onu köse olarak bilirdik mahalleye geldiğinde köpekleri saklamaya çalışırdık çünkü gözlerimizin önünde köpeklere ateş ederek öldürürdü, bir gün yine mahalledeki köpekleri vurmak için gelmişti mahallenin gençleri engel olmaya çalıştılar ama o hiç dinlemeden işini yapmaya çalışıyordu gençlerde onu taşlamaya başladılar ve köseyi evine kadar kovaladılar.
Hüseynik köyüne yolcu taşıyan minübüslerin hepsi günün belli saatlerinde mahalleden geçerdi,burunsuz fort münibüsü olan Özcan isminde birisi vardı ve çok süratli gidip gelirdi çocuklar bu caddede top oynarlardı ve her gelip geçişinde korkulu anlar yaşarlardı, bir gün yine gecerken çocukların caddeye giden toplarını patlatmıştı buna çok kızan çocuklar yola çiviler döşeyerek minübüsün tekerinin patlamasını sağlamışlar Özcan abi'de çocukları kovalamış işe ailelerde katılınca kavga büyümüştü bakkal Mamoş Şengezer araya girerek uzlaşmayı sağlamış şöförü'de mahalleden yavaş geçmesi konusunda ikna etmiştir.
Talimgah sokakta herkesin komşu diye bildiği Güllü Kaya ( bazılarının süpürgeci olarak bildiği
,Süpürge yapıp sattığı için böyle tanınırdı ) eşi ve kızı vahideyle birlikte biraz gürültülü biraz sesli ama kendi hallerinde yaşarlardı.
|
direği vardı ve üzerinde bir ampülü
bulunduğundan evin ön odası hep aydınlıktı, kiraya tutmak isteyen kişi şaşkınlık içinde gülmeye başlamış ve gitmiştir.
Mustafa Gülle çocukluğunda damda yattıklarını yatarken yıldızları tanıyıp onlarla dost olduklarını anlatırdı hep. İlk okul çağlarında yine damda yatıyormuş ama yalnızmış, gecenin ortasında dama cıkmak için kullanılan merdivenin sürekli hareket ettiğini fark etmiş ve korkudan yorganın içine saklanmış ama sesler devam etmiş ama kimse gelmiyor bütün cesaretini toplayarak sivingin ucuna kadar gitmiş ve bakmışki yan komşu eşeğini merdivene bağlamış
komşu eşeğini merdivene bağlamış
eşekte merdiveni sallayıp duruyor rahatlamış ve uykusuna devam etmiş.
Bu dam hikayeleri anlatmakla bitmez mahallede özellikle uykusu ağır olanların zaman zaman damdan düştükleri, tuvalete gitmek için damda yattığını unutup düşüp kolunu bacağını kıranların olduğunu her zaman dinlersiniz.
Hacı Fehmi Akyaz ın radyo ile ilğili anlattığını aynen aktarıyorum, bahcede çalışırken komşusu Arif'in kendisini çağırdığını gidince birkaç kişinin daha orada olduğunu ve hepsinin ağladığını görmüş ne olduğunu önce anlayamamış, şaşırmış daha sonra içlerinden birisi Ulu önder Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk'ün öldüğünü söylemiş o gün 10 Kasım 1938 imiş. Bunu anlatırken
yine gözleri dolmuş ve o günü üzüntüyle yaşadığını anlatmıştı.
Kurtuluş savaşı yıllarında yoksulluk ve sefalet içerisinde gecen günleri anlatırken, giyecek elbise, yemeni,yiyecek bir lokma ekmek bulamadıklarını hatırla- yınca gözleri dolan Hüseyin Kuran Tanrı o günleri bir daha bu millete göstermesin diyordu. Sıkıntılı geçen yıllardan sonra yıkılmış bir Osman'lıdan büyük bir Cumhuriyet kuran ulu önder büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk'e övgüler yağdırıyordu.
Te r z i T u r a n K a r a ç o r l u kendisinin gençlik yıllarındaki y o k s u l l u ğ u n k ö t ü o l d u ğ u n u anlatırken şunları söylemişti
''Eski çeket ve seko'ların ters yüzlerini çevirtip bir süre daha giyerdik''dedi, bunun iki nedeni varmış birincisi yoksulluk ikincisi ise tutumlu olmakmış.
Kırmızı konak sokağın köşesindeki bakkal dükkanını daha sonra Zülfü Yılmaz işletmiştir, Zülfü Yılmaz 'ın bir eli özürlü olduğu için mahallede çolak zilfo olarak bilinirdi. Yaşıda biraz ileri olduğundan bacakları ağrır bu yüzden namazını sandelyenin üzerinde kılardı, Bir gün dükkanda sandelyeye ters oturarak namazını kılarken Muzaffer Kalemtaş dükkana gelir ve ''Zülfü amca annem ekmek istiyor''' der Zülfü amca cevap vermez Muzaffer'de onun namaz kıldığını anlamadığı için tekrar ''annem ekmek istiyor'' der,Zülfü amca başını ekmek yok anlamında sallar,Muzaffer bir daha
''annem ekmek istiyor'' deyince Zülfü amca döner ''Ekmek yok'' der ve namaza kaldığı yerden devam eder.
Benim bir yıl fizik öğretmenliğini yaptığım İmam hatip lisesinde çalıştığım dönemde bir cuma günü okuldan çıkmış eve gelirken bakkal izzet Demirer'in dükkanının önünde oturan erkeklerden Mevlüt Doğan ayağa kalkarak hocam dedi bir işin varmı dedi yok dedim baban hayrı olsun gel şu bizim mezarlığa kadar gidelim bizim ölülere bir yasin oku dedi bende Mevlüt amca ben yasin okumayı bilmem dedim birden bire bozuldu yahu sen nasıl İmam Hatip okulunda öğretmenlik yapıyorsun dedi bende ona ben fizik öğretmeniyim arapca bilmiyorum dedim anlamadı ama kafasını iki yana sallayarak yerine oturdu yanında oturanlar ona anlatmaya çalıştılar ama o yine kafasını sallayp durdu.
Mahallede İhsan Bakır adında( lakabı Küpeli İhsan ) ölü yıkayan birisi vardı, Bir sabah evden çıkmış giderken ellerini açarak dua ediyormuş, klarnetçi Mustafa Karaboğa'nın eşi yanına gelerek sormuş'' ihsan amca sabah sabah nedir bu dua'' diye, oda ''Allaha yalvarıyorum birini yolla'' diye kadın anlamamış'' kimi'' demiş yahu, İhsanda ona dönerek ''bugün birisi ölmese çocuklar aç kalacak'' demiş.
Bir gün arkadaşlarla Ordu evindeki sinemaya gitmeye karar verdik toplanıp gittik nizamiyedeki nöbetci askerler bizleri geri çevirdi o sırada arkadaşımız Lütfü Asil bizden biraz geriden geldi ve içeri girmek istedi askerler nereye diye sorunca ben Albay Ahmet Asil'in oğluyum dedi askerler kapıyı açtılar içeri girdi ve dönerek onlarıda bırakın benim arkadaşlarımdır dedi askerlerde peki efendim dediler ve bizlerde gülüşerek girdik çünkü babasının adı doğruydu ama babası çiftçiydi Lütfü sonra ast subay oldu.
Mahallede Her evin bir Çark'ının olduğunu şöylemiştik ve bu çarkların atık suyu kanalizyonun olmadığı dönemlerde evin dışında bir boru ile sokağa akardı, o dönemde muzip Yusuf Ispartalı bir
gece sokaktaki bütün çark borularının ağızlarını tıkamış, sabah erkenden seslere uyandım diyor bir baktımki sakağın bütün erkekleri pijamalarla söylenerek ve birazda küfürlerle banyo yaparken su gitmeyip tıkalı olduğundan banyoları yarım kalmış ve boruların ağzını açmaya çalışıyorlar,ve bir yandanda durumlarına bakarak gülüşüyorlardı.
1970 yılında Senayi Duman'ın ailesi mahallede Kırmızı konak sokakta bir ev yapmaya başladılar, inşaat devam ederken Senayi ağabeyin maça gelmesine babası izin vermezdi bizler ısrar edince inşatta onun işini yapın götürün derdi, bir gün yine maç için Senayi ağabeyyi çağırmaya gittik babası bize gelin çalışın işi bitirinki izin vereyim dedi duvarlar bitmiş üstünün cisirleri ve tahtaları çakılıyordu, bizler birkaç kişi aşağıdan tahtaları uzatıyor Mehmet'le Nejdet Çakı ise tahtaları çakıyordu işi bitirdik ve tamam dedik kontrol edilince gördükki Nejdetin çaktığı bütün çiviler boşta duruyor tabiki işe yeniden başladık ama maça gidilmedi,bu olaya çok gülmüştük ve yıllardır anlatılır.
Faytonların çalıştığı dönemlere ordu evinin köşesinde bekleyip arkasına asılarak mahalleye gelmeye çalışan çocukların çoğu faytoncunun kırbacından sakınmaya çalışırdı , İzzet Demirer faytonculuk yaptığı dönemde Bir müşteri götürürken Mehmet kahraman Nejdet Çakı Ve ben arkadan faytona asıldık tam bakkal Mahmudun oraya geldiğimizde Fikret Çelik işaretle bizi gösterdi Faytoncu İzzet başladı kırbaç sallamaya ben yere düştüm dizim kanadı nejdet atladı kurtuldu ama mehmet bir kaç kırbaç yedi bir hafta yüzünde izi kalmıştı bu olay mahallede yaşayan bütün çocukların başından geçmiştir çünkü faytonon arkasına asılmak bir zevkti.
Yukarı bahce mahallelinin hayatında önemli bir yer tutar, çocukların yüzmek için gittikleri havuz oradaydı pala Mustoya on kuruş veren yüzerdi, gençlerin akşam muhabetlerini yapmak birazda demlenmek için gittikleri yer orasıydı içerisi beton kaplı etrafı kerpiçle örülmüş ,harputtan ekükelerle getirilen buz gibi suyu vardı eh su başı olurda çevresinde oturanı olmazmı, Yukarı bahçenin devamlı ziyaretçileri Kotan yaşar ve ihsandı, hemen her gün orada oturup kendi hallerinde yemeklerini yapar ve şarap içerlerdi kimseyle problemleri olmayan insanlardı keyifli sohbetler yapar, kendi aralarında geçen muhabbetler hiç bitmez ve birbirlerinden hiç ayrılmazlardı.
Burası ile ilgili çok hikaye dinledim birkaç tanesini anlatayım istedim, Guguş Mehmet,Doğan,Hıdır Mavuş okuldan kırıp aralarında para toplayıp bir buzbağı şarabı alarak yukarı bahceye giderler biraz demlendikten sonra Nene garının ( Kör Süriye )havuzuna girmek için giderler ama ceplerinde para yoktur, Mavuş demişki ben para işini hallederim siz gelin demiş tam havuzun oraya geldiklerinde nene garının sopayla çocukları kovaladığını görünce Mavuşta kaçmaya başlamış, guguşla doğan kaçmayıp nene garı uzaklaşınca havuzda yıkanmayı başarmışlar, ikinçi gün okulda ise mavuşu sözünü yerine getrirmediği ve kaçtığı için biraz hırpalamışlar.
Havuzu çevresinin kerpiçten bir duvarla örülü olduğunu söylemiştim ancak bu duvarlar zaman içerisinde yıpranarak kısalmıştır, Çocuklar keyif olsun diye bu duvarın üzerinden havuzla atlarlardı, bazende havuza para vermeden gizlice girmek için duvarın arkasından suya atlarlardı, yine çocuklar dan bir grup gizice havuza girmek için gelmişler hiç havuza dikkat etmeden bakmışlarki nene garı çok aşagıda oturmuş teker teker arkadan duvarın üstünden havuza atlamaya başlamışlar atlayan yandım Allah diye bağırıyor, nedenmi o gün havuz temizlenmek üzere boşaltılmış içerisinde sadece bir karış su varmış atlayanların elleri yüzleri yaralanmış tabiki bu olay çok sık tekrarlanır ama her seferinde yine bu hataya düşülürmüş.
Yukarı bahçede gençler alem yapar bazende işin tadını kaçırıp fazla alkol alarak mahallede yüksk sesle nara atarlar ançak hoşgörü sınırlarını zorlamadıkça mahalleli karışmazmış eğer biraz ileri gidip ağzlarından küfür kaçırırlarsa müdahale edilirmiş, bu yüzden yapılan kavğalara yaz aylarında sıkça rastlanırmış.
Buna benzer bir olay'da Garo bahce için anlatılır yine gençler burada toplanıp şarkılı türkülü alem yapmış dönerken birisi çok sesli küfürlü nara atınca Mustafa Pilot dışarı çıkarak müdahale etmiş ancak gençler karşılık vermeden hemen oradan kaçmışlar.
Mustafa Gülle lise yıllarında Celal isimli arkadaşıyla okuldan kaçıp bir şişe de Derdalan şarabı alarak garo bahçeye içmeye gitmişler. Bardakları olmadığı için bahçeden iki tane Top Biber koparıp
sapını çıkarıp bardak yapar ve ilk dublelerini doldurup içerler. Daha ilk kadehte Celal'in gözlerinin yaşardığını gören Mustafa ''oğlum daha ilk kadehte ağlamaya başladın seninle işimiz zor'' der. Celal
''oğlum ben ağlamıyorum biber acı çıktı '' dyince Mustafa işi anlayıp gülmeye başlamış.
Gençlerinin futbol oynamasına mahalledeki yaşlıların müsaade etmediklerinden söz etmiştik buna inatla direnen gençleri bazen evinin önünde top oynadıkları için ev sahipleri tarafından kovalanırlardı, bir gün Dursun,Özgür,Mahir ve Arif Hurrem yiğit'in evinin önünde top oynarken ev sahibi tarafından birkaç defa uyarılmalarına rağmen ısrarla oyuna devam edince Hurrem Yiğit çocukları kovalamaya başlamış ve peşlerinden koşarken bir anda pantolonunun kemeri sökülmüş ve aşağıya dizlerine düşmüş tabiki bir yandan pantolonunu toplamaya çalışıyor bir yandan kovalamak istiyormuş çocuklar bu durumu görünce kaçmayıp Hurrem ağabeye gülmüşler,bu arada eşi gelip kolundan tutmuş pantolonunu düzeltmiş ve ikna ederek eve götürmüş.
Kör ibo,Cılle Sedat,Komo Mustafa ve Feyzi palut'la Erzuruma çalışmak için gittiklerini anlattı, bir süre çalıştıktan sonra kavğa ettiklerinden paralarını alamadıklarını ve Elazığa kadar bazen otostop yaparak çoğu zamanda yaya olarak geldiklerini anlattı hikaye çok uzun bu nedenle sadece bir bölümünü yazdum, karlı ovada eski burunlu otobüslerden birisi rastlamış el kaldırmış ve binmişler, tabi paraları yok Mustafa'ya sen uyku numarası yap muavin para için gelirse arkadaşımızda uyanınca verelim deriz, muavin gelip sorunca arkadaşta demişler muavin yarım saate bir gelip bakıyormuş Mustafa uyuyor geri gidiyormuş bir ara bizimkiler sigara yakmışlar Mustafa'da bir yudum alırken muavin görmüş gelip para istemiş paramız yok deyince hemen otobüsü durdurarak hepsini dağ başında bırakmışlar İbrahim hem anlatıyor hemde halen Mustafa doğan'a kızıyordu toplam üç günde Elazığa ulaşmışlar ve bir daha dışarı gitmeme kararı alıp tuğla ocağına işe gitmişler.
Mahalle gençlerinin bir çoğu tuğla ocaklarında çalışmıştır gecenin yarısında uykudan kalkıp işe gider önce çamur yapıp bunu kalıplara koyup taşıyarak yere atıp daha sonra ocaklara taşıyarak kafes yaparlarmış tabi bütün bu işler bir tempo içerisinde yapılır öğlen sıcağını bu şekilde geçirdiklerinden
bronz bir tenede sahip olur öğlen sonu işi bitirip geri dönerlermiş, orada toplu yemek yemenin tatlıcıların tatlılarını nasıl kapıştıklarını, kovalardaki suyla nasıl yıkandıklarını aldıkları yövmiyeninde nasıl harcandığını anlatır zahmet doluda olsa yaşadıları o günlerini hep keyile anarlar.
Kendisi şimdilerde Veteriner olan ve Bursa'da yaşayan Şair ruhlu güler yüzlü sempatik Ali Karatepe öğrencilik yıllarını mahallede geçirmiştir, yaratıcı ve pazarlamacı özelliği de vardı bir dönem mahallede elişi kağıtlarından fırfırik (Rüzgargülü) yaparak çocuklara satmış,yine elmalı şeker yaparak satmış,Murat taksilerin ilk çıktığı yıllarda 23AH 601 plakalı bir taksi alarak çalıştırmış iyide para kazanmış ve tahsilini tamamlamıştır,bu özelliği ona Köy Tür'de kurucu genel müdürlük getirmiştir, kardeşi Mehmet Karatepe Elazığ sporda kaleciydi yakışıklı atletik vücutlu ve ağzında kendisine çok yakışan altın dişleri vardı, cebinde ise her gün sadece iki buçuk lira para bulundururdu.
Mahallede yaşayan insanların duygu dolu olduklarından bahsetmiştik,her duyguyu çok üst noktalarda yaşamayı sevmiş ve bunu paylaşmışlardır. Bunu bir örnekle anlatmak isterim, Ali Karatepe yaşadığı bir olayı şöyle anlatmıştı , mahalleli kadınlar bir evin önünde toplanmış muhabbet ederken kendisini çağırıp '' Şu yirmi beş kuruşu al bir destan getir oku ağlayalım'' demişler. Burada bir olayın üzerinde duralım para verip destan aldırıp ağlamak istemeleri enteresandır yani para verip okutarak hep beraber ağlamak istemeleri çok anlamlıdır. Öyle zannediyorum ki böyle bir duygu ve gösterme şekli dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Malatya'nın Darende ilçesinden gelip destan satan insanlar bu duygulu insanlardan çok para kazanmışlardır.
Mahallede su sırasının çok olduğunu gören birkaç kadın kovalarını alarak Hacı Çafer'in bahcesine su doldurmaya giderler tam sularını doldurmuş kapıdan çıkarken Cafer amca önlerine cıkarak bütün kovalardaki suyu dökmüş ve onları gerisin geri göndermiştir.
Rahmetli Yüzbaşı Cemil Çelik'in oğlu Atilla Devrim orta okulunda okurken birileriyle kavğa etmiş kendisini biraz hırpalamışlar oda kızgınlığından eve gelerek babasının kılıcını alarak okula
baskına gitmiş okulun kapısına gelip kılıçla içeri girmek istemiş öğretmenler bu durumu görünce
hemen müdahale ederek kılcı elinden almış babasına okula çağırarak kılıcı teslim etmişler bu duruma çok kızan babası okulun içinde oğlunu evire çevire dövmüş öğretmenlerden özür dileyerek okuldan ayrılmış.
Doğan sever ülkemizde yetmişli yıllarda anarşi ortamı varken mahallede şahit olduğu bir olayı şöyle anlatmıştır, bizim sokakta oturan ermeni asıllı jerina hanım akşam kapının önünde bekliyormuş gençler yanaşıp abla ne bekliyorsun diye sormuşlar , oda çocuklarım eve dönmedi merak ediyorum demiş gençler abla sen merak etme içeri gir biz gider bakarız biz varken evelallah kıllarına zarar gelmez demişler ve az sonra çocukları görünmüş kadın sağolasınız diyerek içeri gitmiştir, buradan anarşi ortamının sağ duyulu olan mahalleyi hiç etkilenmediği gerçegini göstermiştir.
Sugözü köyünde güzel bir meyve bahceleri olan Halis sugözü bir anısını şöyle anlattı, bahçeden annemin topladığı kirazları eşeğe yükleyip mahalleye getirip bakkallara satmak üzere yola çıktım hüseniğe geldiğimde Uğur zümrüt yoluma çıktı kirazlarımın bir kısmına el koydu ,neyse ondan tam kurtuldum derken bu kezde sako mahalle gençleri önüme cıkıp geri kalan kirazları da onlar aldılar ben eve eli boş olarak döndüm, ikinçi gün tekrar kirazları yükleyip yola cıktım bu sefer hüseniği kazasız belasız geçmiştim eşeğin üzerinde şarkı türkü söyleyerek keyifle mahalleye geldim dün beni bekleyenler yoktu şükür dedim bakkal mahmuda ulaşabilirsem tamamdır diye düşünürken yine birkaç kişi önüme cıktı ve kirazlarımı alıp benide biraz hırpaladılar eve yine eli boş dönmüştüm anama söyledim, bana inanmasada bir süre artık beni şehre yollamadılar.
Olayları anlatan arkadaşın hafızasına sağlık. Unuttuğum arkadaşların ve yerlerin isimlerini anımsattın. Seko Mahle yaramazlarını (?) örgütleyen biriydim ... Neler çektiler Hüsenik'liler, Adedi'liler, askerler vd. Sağolasınız...