Elazığ Aileleri+

Tarih sayfamızda: Valilik 98 Yıllığı ve diğer Elazığ'daki basılı kaynaklar kullanılmıştır...


 29.3.2009 23:18:34   6175 kez okundu.

ELAZIĞ VE HARPUT TARİHİ

 

İL’İN TARİHÇESİ

                                                                            

Elazığ, Harput’luların Mezra, Aşağı Şehir dedikleri yerde 138 yıl önce kurulmuş yeni bir şehirdir. Bu şehrin yerinde eskiden “Mezra” denilen bir şehrin bulunduğu söyleniyorsa da, yapılan incelemelerde böyle bir şehir kalıntısına rastlanmamıştır.

 

            Elazığ’ın tarihini, beş Km. kuzeyinde bulunan, çok eski bir tarihe sahip Harput’un tarihi olarak incelemek gerekmektedir.

 

HARPUT VE ÇEVRESİ TARİHİ :

 

            Harput ve Elazığ çevresinin prehistorik (tarih öncesi) devirleri hakkında Keban Baraj Göl’ü alanında yapılan kazı ve araştırmalar, Harput ve Elazığ çevresinin prehistorik devrini aydınlatmıştır.

 

            Elazığ’ın prehistorik devrine ait, Karataş- Kayaaltı sığınağından elde edilen 29 tane yonga alet ile Eskini, Sefine denilen yerde Murat Suyu’nun ilk sahilleri üzerinden toplanan yontuk çakıl belgeleri elimizdedir. Yontuk çakıl aletler Eski Taş (Paleolitik) çağının en alt katlarında III. Zaman ile ilgili dolgular içerisinde bulunmaktadır.

 

            Kaba kenarlı işlenmiş yonga aletlerle birlikte ele geçen bu bölgeler bölgede eski Taş Çağı önünde bir kültürün varlığını ortaya koymaktadır.

 

            Çevredeki gözelerin bolluğu, orman kalıntıları, doğal kaya sığınakları bulunuşu kara ve su hayvanlarının çokluğu insanları Eski Taş Devri başından ve daha öncesinden buralara çektiği bugün artık anlaşılmaktadır.

 

HURİLER VE HİTİTLER DEVRİ :


(İ.Ö. 20, 14 ve 13. Yıllarda Harput)

 

Elazığ, Harput çevresinin tarihçe bilinen en eski kavimleri olarak Hürriler veya bunlarla akraba olanları ile sürebiliriz. Turani oldukları, birçok bilim adamlarınca ortaya atılan Hürriler “İ.Ö. 2000” yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşmiş olarak meydana çıkmışlardır. Bir ara bütün Ön Asya’ya hakim olmuşlar, bunların kurduğu Mitanni Devletinin, Mısır’lılarla ve Hitit’lerle devamlı ilişkileri olmuştur.

 

            Hititlerin, atı veya atla çekilen harp arabalarını ilk defa icat ettikleri öğrenilmiştir.

 

            Mitanni Devleti “ İ.Ö. 14.” Yüzyılda yıkılınca Hitit Kralı Subbiluliuma zamanından itibaren Hititler, Hürri Ülkesinin çoğunu hakimiyeti altına almışlardır.

 

            Doğu Anadolu’da Hürri hakimiyeti son bulduktan sonra, Harput çevresinin Hititler hakimiyetine geçmesi uzun sürmemiştir. Hititler Harput çevresini hakimiyetleri altına almakla beraber, burada yerli prenslerin de hüküm sürdüğü anlaşılmıştır.

 

            Hititler Harput çevresine “IŞUVA” adını vermişlerdir. Hitit Devletinin merkezi Hatuşaş Şehrinde (Bugünkü Boğazköy) bulunan çivi yazılı metinlerde adı “ GEŞA, İŞUVA” geçmektedir. Bu isim bilim adamlarınca, Harput çevresine karşılık olduğu belirtilmektedir. Bu ülkeden “İ.Ö. 14 ve 13.” Yüzyıllarında söz edildiğine göre, Hititler Kralı Mutolluş ve halefinin zamanında Arişarma adlı bir Işuva Kralının Hititler hakimiyetini kabul ettiği yapılan incelemelerden anlaşılmaktadır.

 

URARTU DEVRİ :

 

(İ.Ö: 9. Yüzyılda Harput)

 

            İ.Ö. 9. Yüzyıldan itibaren Doğu Anadolu’da Merkezi TUŞBA (Bugünkü VAN) şehir olan Urartu adlı bir Devletin var olduğu bilinmektedir. Büyük bir Devlet kurmuş olan Urartu’lar medeniyette çok ileri gitmişlerdir. Urartu’lar çivi yazısını kullandıkları gibi, madencilikte (demir, bakır, altın, gümüş) de ileri oldukları bilinmektedir.

 

            Urartu’lar kuvvetli idarecileri yardımıyla Doğu Anadolu’yu alarak, Harput çevresine, hatta Malatya’ya kadar ilerledikleri ve buralara sahip oldukları Palu’da bulunan Urartu kitabesinden anlaşılmaktadır.

 

            Urartu’ların Batı Anadolu’daki Lidya’lılarla ve Ege Havzasından İtalya’ya göç eden Etrüsk’lerle akraba oldukları, bırakmış oldukları eserlerindeki benzerliklerinden dolayı kabul edilmektedir.

 

            Bazı bilginler, Sami ve Hint Avrupa dili konuşmayan bu kavimlere “Asyani” adını vermekte ve Kafkas Kavimleri ile akraba oldukları ileri sürülmektedir.

 

 

            Urartu’lar Doğu Anadolu’da çeşitli prenslikleri birleştirmişlerdir. Asurlar bu prensliklere “Nairi Hükümetleri” diyorlardı ki “IŞUVADA” böyle bir prensliğin bulunduğu Hitit kayıtlarında ortaya çıkmıştır.

 

            Urartu’lar bu prensliği 9. yüzyılda hakimiyeti altına alarak, Harput çevresine yerleştikleri bilinmektedir. Harput çevresinde bulunan büyük izler bu hususu doğrulamaktadır.

 

            Urartu’lar tarihteki bir özelliği şudur: kayaları oyarak veya üzerinde yapılan her şeye ait bir yazıt bırakmalarıdır. Kayaları oyarak mezarlar, tüneller ve su yolları yapmışlardır.

 

            Urartu krallarından Menuas’a ait Palu ve Bağın Kalelerinde birer kaya kitabesi vardır.

 

            Palu yazıtında, Urartu’ların Harput Çevresine “Supani” adını verdiklerini öğreniyoruz ve Palu’da “Şebiterias” adını taşıyormuş. Yine Urartu Krallarından Sardur II’ ye ait İzolu’da Fırat kıyısında yükselen çivi yazılı bir yazıt vardır. Aynı surette Rusas II’in yazıtı da Mazgirt Kalesindedir. Bu yazıtlar okunmuş ve anlamları açıklanmıştır.

 

            Ayrıyeten Çelever’de Kürdemlik Köyünün batısında dere kenarındaki bir kaya mezarı ile Haseli Köyündeki çeşmenin üzerinde büyük kayadaki mezar ile Çelever’de, Balkayası yakınlarında bulunan kaya inşaatlarının Urartu’ların eserleri olduğu anlaşılmıştır.

 

            Harput Kalesindeki kaya inşaatı da Urartu’lara aittir.

 

            Alman Bilgini Lehmann Haypt, I. Dünya Harbinden evvel yaptığı incelemelerde Kale içinde oyulmuş merdivenler, tünel, hücreler ve su yollarını tespit etmiştir. Böylece Kalenin Urartu eseri olduğu kabul ediliyor. Bu Kalenin tarihini günümüzden 3000 yıl evveline çıkarabiliyoruz.

 

            “Mazgirt, Vesgert” gibi isimlerin Urartu’lardan kaldığı anlaşılmaktadır.

 

            Çünkü “Gert” kelimesi Urartu dilinde şehir anlamına gelmektedir.

 

            SOPHENE KRALLIĞI DEVRİ :

 

            Harput çevresine Yunanlılar ve Romalılarca verilen “Sophene” isminin, Urartu’ların Harput çevresine verdikleri “Supani” isminden geldiği kabul edilmiştir.

 

            Genellikle Ermeniler bu kelimeyi “Tsophk” şeklinde kullnmışlardır.

 

            Sophene Krallığının iki önemli kentinden Karkathi, Okerta bu krallığın merkezini yaptığı ve bunun da Harput olduğu ileri sürülüyorsa da Harput kelimesinin “Kar-Pert” yani “Taşkale” anlamını ifade eder ki bir ayrı kökten geldiği ortadadır. Sonra Harput’un çevresine Türk’lerin gelişine kadar, ancak bir kaleden ibaret olduğu bilinmektedir. Halbuki Karkathi, Okerta Yunan Tarihçilerine göre Sophene Krallığının merkezidir. Ancak Arkeolojik iz olarak Harput’un doğusundaki Kurey başından Yeditepeye ve Örtmek’e kadar uzanan alanın Sophene Krallığının merkezi olan eski yer olarak düşünmek imkanı vardır. Zaten buradaki kalıntılar, büyük taş yığınları ve Harput’taki söylentilere bakılırsa ilk Harput’un burada bulunması gerekmektedir.

 

            Murat Nehrinin kıyısında ve Yarımca Köyünün karşısında Haraba Köyünün etrafında Sophene Krallığının ikinci önemli şehri olan Arsamosta’nın bulunduğu sahadır. Bu sahada yapılan kazılar bunu doğrulamıştır.

 

            Bu şehir “İ.Ö. 3.-4.” Yüzyıla kadar Sophene Krallığının en önemli şehridir. İ.Ö. 3. Yüzyıldan başlayarak Sophene’de hüküm süren bir sülalenin varlığı görülüyor. Bunlar ilk zamanlar, Büyük İskender’in ölümü ile Suriye’de kurulan Seleukus’ların hakimiyetinde idiler. İlk Krallardan Arsemes’in basılmış sikkeleri de vardır. Arsemes’ten sonra gelen Zariadres (İ.Ö.200 – 189)’da bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Sophene Krallığının gerçek kurucusu olmuştur.

 

            Zariadres’den sonra gelenler, İ.Ö.75 senesine kadar hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Son Sophene Kralı Artemes olmuştur ki bu Kral Armenia Kralı Tiğranes tarafından öldürülerek ülkesi alınmıştır.

 

            Fakat Tiğranes’in Roma’lılar tarafından yenilmesi üzerine, Doğu Anadolu’nun en batı kısmını meydana getiren Sophene Roma’lıların nüfuzu altına girmiştir.

 

            ROMA DEVRİ :

 

İ.S. III. Yüzyılda Harput çevresi tamamen Roma İmparatorluğuna katılmıştır. İmparator Neron’un zamanında Doğu Anadolu’ya sefer yapan Roma Generali Domitius Corbulo’ya ait iki yazıt Kesrik Mahallesinde bulunmuştur. Bu yazıttan biri bugün Harput Müzesindedir. Diğeri kaybolmuştur. İ.S. 64 yılına ait olan bu yazıttan öğrenildiğine göre; Corbulo 3 lejyon (18.000) kişi ile Harput önlerine gelerek ordugah kurmuş ve buradan doğuya yürüyerek Armenia üzerine ve İran’daki Pars Krallığına karşı sefere devam etmiştir.

 

            Corbulo bu seferinde büyük başarılar kazanmış; bu başarıları kıskanan Neron Corbulo’nun öldürülmesi için emir vermiş; bunu duyan Corbulo Roma’ya dönerek Atina’da İ.S. 67 yılında intihar etmiştir.

 

            BİZANS DEVRİ :

 

            İ.S. III. Yüzyıldan itibaren Harput Bölgesinin tamamen Roma İmparatorluğu’na katıldığı bir gerçektir.

 

            Harput Bölgesinin Bizans egemenliğinin birinci devresi 7. yüzyılın ortalarına kadar uzanıyor. İmparator Justinianus zamanında burası “Dördüncü Ermenia” eyaleti içinde bulunuyordu.

 

            ARAP EGEMENLİĞİ :

 

            7. Yüzyılın ortalarına doğru, Halife Ömer zamanında bütün Suriye ve Irak’ı ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu’ya yürüyen Araplar, bu arada Harput Bölgesini de almışlardır. Arap egemenliğinin yerleşmesi herhalde 642 – 650 seneleri arasında ortaya çıkmış ve 10. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür.

 

            Arap tarihçileri Harput’a “ŞİMŞAT” ismini vermişlerdir.

 

            TEKRAR BİZANS HAKİMİYETİ :

 

            934 yılında Malatya’yı alan Bizans Generali Lonnes Korkauas, bir ihtimale göre aynı yıl içerisinde Harput Kalesini ve diğer çevre kalelerini de almıştır.

 

            Bu devirde Bizans tarihlerinde Harput Bölgesine “Mezopotamia” adı verilmiştir.

 

            Bizans hakimiyetinin bu ikinci devresine ait Harput Bölgesinde yapıtlar vardır.

 

            Tadım Köyündeki kale ve lahit ile Kesikköprü de bina kalıntısı, yine aynı yerde bulunan lahitler söylenebilir.

 

            TÜRKLER HARPUT BÖLGESİNDE :

 

            26 Ağustos 1071 Malazgirt Muharebesiyle Anadolu yolu Türklere açıldıktan sonra Harput Bölgesine Oğuz Boyları kitle halinde gelmişlerdir. Türkler, Bizanslıların hakim oldukları Harput Kalesi ile diğer yerleri Bizans’lılardan aldılar. Bunlardan Çubuk Bey’in 1087’den 1-2 yıl evvel Harput’un Bizans kumandanı Philares’den aldığı yapılan incelemelerden anlaşılıyor. Bu olay ile Harput’ta ilk Türk sülalesi yerleşmektedir. Bu devre Harput’ta “ÇUBUKOĞULLARI” devri denir.

 

            Çubuk Bey, Harput’ta yerleştikten sonra çevredeki kaleleri birer birer alarak kuvvetlenmiştir.

 

            Çubuk Bey’den sonra yerine geçen oğlu Mehmet Bey’in Konya Selçukluların hakimiyetini kabul ettiği ve I.Kılıçaslan ile beraber 1106 tarihinde Musul seferine katıldığı bilinmektedir.

 

            ARTUKOĞULLARI ÇAĞI :

 

            Harput’ta Çubukoğullarını Artuk hakimiyeti izlemiştir.

 

            12. yüzyılın başında başlayan bu çağ 1234 yılına kadar yani bir yüzyıldan fazla sürmüştür.

 

            Mardin’de, Hasankeyf ve sonraları da Diyarbakır’da hüküm süren Artukoğulları büyük Türkmen sülalesinden olup, kollarından biride Harput’ta hüküm sürmüştü.

 

            Harput bölgesine ilk hakim olan (tahminen 1110 da) Artuk Bey’in torunu Balak Beydir. Harput’u Çubukoğullarından alan da Balak Bey’dir.

 

            Balak Bey kısa zamanda Harput’tan Halep’e kadar uzanan büyük bir hükümdarlık kurmuştur. Aynı zamanda çağının en tanınmış hükümdarı ününe erişmiştir.

 

            Haçlılara karşı kazandığı zaferler nedeniyle       “GAZİ” adını da almıştır.

 

            Balak Gazi 1224’te Haçlılara karşı kazandığı zaferden sonra bir okla vurularak öldürülmüştür. Balak Gazi’nin mezarı Halep’tedir.

 

            BALAK GAZİDEN SONRA HARPUT ARTUKLULARI :

 

            Balak Gazi zamanında Artuk hanedanı ve toprakları birleştirilerek güçlü bir devlet kurulmuştur. Ölümünden sonra birlik dağılmıştır. Bu bölünme sonunda Artukoğullarının bir kısmı Mardin’de, bir kısmı da Hasankeyf’te olmak üzere ayrı ayrı idare kurdular. Bu sırada Harput Hasankeyf Artuklularının idaresinde idi. Artukoğullarının ikinci merkezi durumunda olan Harput’ta çoğu zaman hükümdarlar da oturmuşlardır. Davut ve Fahrettin Karaaslan bunlardan ikisidir.

 

            Fahrettin Karaaslan’ın ölümünden sonra yerine Nurettin Bey geçmiş, diğer oğlu İmadeddin Ebubekir ise Palu Bey’i olmuş, İmadeddin, Selahattin Eyyübinin Musul seferine bir ordu ile katılmış, bu arada kardeşi Mehmet ölmüş, saltanat kendi hakkı olduğu halde, kardeşinin oğlu Kudbettin Sokman’ın Hükümdarlığı eline geçirmesi üzerine Selahattin Eyyübi’den izin alarak Harput’a dönmüş ve burasını alarak bağımsızlığını ilan etmiştir (1185). Bu olay tarihte “Harput Artukluları” denilen hükümetin başlangıcını meydana getiriyor.

 

            İmadeddin adına basılmış sikke de vardır.

 

            Son Harput Hükümdarı Nurettin Artukşahin Eyyübi’lerle, Selçuk Sultanı Alaaddin Keykubat arasında çıkan muharebede Eyyübi’ler tarafını tutmuştur.

 

            Mısır Eyyübi Sultanı Melik Kamil de Harput’un savunması için 5000 süvari göndermiştir. Bu sırada Malatya’ya gelen Alaaddin Keykubat Fırat Nehri üzerine köprü kurdurarak ordusunu Harput önlerine kadar ilerletmiştir.

 

            Harput önlerinde Selçuklularla Eyyübi ve Artukoğulları arasında olan muharebelerde, Artukoğulları yenilerek kaleye çekilmişlerdir. Selçuklu’lar mancınıklar kurarak Kaleyi kuşatmaya başlamışlardır. Nihayet Kaleden karşı koyma son bulunca, Eyyübi kuvvetlerinin çekilip gitmesine izin verilmiştir. Harput Hükümdarının ülkesini Selçuklu arazisine katmak suretiyle kendisinin Akşehir’de yerleşmesine izin verilmiştir (22 Ağustos 1234).

 

            Böylece Selçuklular Artukoğullarının Harput’taki hakimiyetine son verilmiştir.

 

            SELÇUKLULAR VE DULKADİROĞULLARI ÇAĞI :

 

            Selçuklular çağında Harput, Suriye sınırı bölgesindeki vilayetlerden biri olup, bir subaşı ile idare ediliyordu.

 

            Selçukluların yıkılmasından sonra Harput Bölgesi de önceleri İlhani’ler, daha sonra Karakoyunlulara tabi olmuştur. Bundan sonra da bu bölgede Dulkadiroğulları hüküm sürmüştür. Türkmen Boylarının kalabalık kollarına dayanan Dulkadiroğulları, Maraş ve Harput taraflarına konar göçerdi. 1339 tarihinde bağımsızlığını ilan eden İzzettin Halil ve Sarimüddin İbrahim Bey adlı kardeşlerle Harput Dulkadir Hükümetinin merkezlerinden birisi haline gelmiştir.

 

            Mısır Memlükleri 1386 yılında Harput’u dört ay kuşatmışlarsa da alamadan geri dönmüşler, Halil ve İbrahim Beyler sonradan Mısır’ın egemenliğini tanımışlardır.

 

            Harput Kalesinde bulunan bir yazıttan Halil ve İbrahim Bey’in 1369 ve 1370 yıllarında Kalede büyük onarımlar yaptıkları ortaya çıkmıştır.

 

            Dulkadiroğulları ile Mısır’lılar arasındaki mücadele devam etmiş 1382 de Halil Bey’in Antakya Bölgesine seferinden sonra büyük Mısır Kuvvetlerinin harekete geçmesi üzerine, Dulkadir Beyleri, Malatya’ya kadar ilerleyen bu kuvvetler karşısında Harput Kalesine sığınmak zorunda kalmışlardır.

 

            Bir zaman sonra Halil Bey’le, İbrahim Bey’in arası açıldığından İbrahim Bey Mısır’lılara sığınmıştır. Bu sırada Mısır’lılar Halil Bey’in kafasını keserek, kesik başını Kahire’ye göndermişlerdir (1387).

 

            Harput hakimi bulunan İbrahim Bey ise Mısır’da iyi karşılanarak saygı görmüştür.

 

            AKKOYUNLULAR ZAMANI :

 

            Harput 1468 yılına kadar Dulkadiroğullarının idaresinde kalmıştır.

 

            Harput bu tarihte Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan tarafından alınmıştır. Uzun Hasan bu tarihlerde Dulkadiroğulları ile muharebeler yapmakta idi.

 

            Dulkadiroğlu Melik Arslan’ın bir aralık Fırat doğusunda Akkoyunlu kuvvetlerini basarak yenmesi üzerine, Uzun Hasan Elbistan üzerine yürümüş ve Melik Arslan barış isteğinde bulunmuş, barış şartları arasında Harput Kalesinin teslimi de istenmiştir. Melik Arslan bu istekleri kabul ederek Kalenin anahtarlarını gönderen elçi aracılığıyla teslim etmiştir. Buna karşılık Uzun Hasan Kalenin fiyatı olarak 4000 altın hediye göndermiş; sonra da Kalenin kurtarılması için Kahire’ye giden Melik Arslan bir namaz sırasında camide öldürülmüştür.

 

            Uzun Hasan’ın Harput Kalesinde onarım yaptığı o zamandan kalan yazıtlardan anlaşılmıştır. Uzun Hasan ve torunlarının çağlarına ait Harput’ta basılmış paralar bazı kataloglarda rastlanmıştır.

 

            OSMANLI ORDUSUNUN HARPUTU ALMASI :

 

            Akkoyunlulardan sonra Harput Şah İsmail Safevi’nin hakimiyeti altına girmiştir. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Çaldıran Zaferinden döndükten sonra Doğu Anadolu’da bıraktığı Bıyıklı Mehmet Paşa ve İdris Bitlisi bu bölgenin alınması ve yerli beylerin Osmanlı hakimiyetini tanıması ile uğraşmışlardır.

 

            Yavuz Sultan Selim 1515 baharında Karaman Beylerbeyi Hüsrev Paşa kumandasında Anadolu Sipahilerini ve İstanbul’daki Sipahi Oğlanları bölüğü ve silahtar bölüğü ağaları olan Sinan Ağa, Balı Ağa kumandasında sipahilerden 1000 Yeniçeriyi yola çıkartmıştır ki, bu sonuncular Diyarbakır tarafına gitmeden önce Harput ve Ergani’nin alınması ile uğraştılar. Harput çevresi daha önce Çerkez Hüseyin Bey tarafından alınmış olmakla beraber kale henüz İran’lıların elinde idi. Yeniçeriler ve onlarla beraber hareket eden Kemah Hakimi Karaçinzade Ahmet Bey’le beraber bu defa Kaleyi kuşattılar. Üç günlük çarpışmadan sonra Kaleyi aldılar. Böylece Harput Osmanlıların hakimiyetine girmiş oldu.

 

            ELAZIĞ’IN OSMANLILAR ZAMANINDA DURUMU :

 

            Harput’un askeri önemini kaybetmesi, dağlar ve derelerle çevrili olması, şehircilik bakımından gelişme imkanı olmayışı, iklimin şimdiki şehir yerine göre sert oluşu, köylerle ekonomik ilişkinin zorluğu 1834 yılında Elazığ şehrinin şimdiki yerinde kurulmasına sebep olmuştur.

 

            1834 yılında eyalet merkezi olan Elazığ’a, Tunceli, Malatya ve Ergani sancakları bağlanarak Diyarbakır ve Urfa’ya kadar uzanan geniş bir bölgeyi içine almıştır. 1875 yılında ise idari yönden yapılan değişiklikle Elazığ, Diyarbakır’a bağlı bir müstakil mutasarrıflık olmuşsa da, 1879 yılında tekrar İl haline gelmiştir. İl’in adı Harput iken, Sultan Abdulaziz’in Padişah olmasından dolayı, adına nispetle, Mamuratülaziz olmuştur. Sonraları Elaziz, 1938 yılında Atatürk tarafından tahıl ambarı anlamına gelen Elazığ ismi verilmiştir.

 

            KURTULUŞ SAVAŞINDA ELAZIĞ :

 

            Mustafa Kemal tarafından 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresini dağıtmak, Mustafa Kemal’i yakalayarak İstanbul Hükümetine teslim etmek amacıyla Harput (Elazığ) Valiliğine, Kurmay Albay olan Ali Galip getirilmiştir.

 

            Ali Galip başına topladığı Padişahçı kimselerle harekete geçmek istemişse de bu durum önceden haber alınarak üzerine gönderilen kuvvetlerle dağıtılmıştır. Ali Galip yakasını zor kurtararak İstanbul’a kaçabilmiştir.

 

            CUMHURİYETİN İLANINDAN GÜNÜMÜZE KADARKİ DEVRE VE OLAYLAR :

 

            Elazığ’ın, Cumhuriyetin ikinci yılında (1925) karşılaştığı en önemli olay Şeyh Sait baş kaldırmasıdır. Şeyh Sait başkaldırması, kısa zamanda genişlemiş, Elazığ ve çevresini içerisine almıştır. Bu durumda Cumhuriyet Kuvvetleri harekete geçmiş ve isyanı bastırarak, elebaşlarını “İstiklal” Mahkemelerinde ölüm cezasına çarptırmış ve verilen cezalar yerine getirilerek irtica hareketine son verilmiştir.

 

            Elazığ, Harput’un 5 Km. güneyindeki düzlüğe yerleşmiş yeni bir şehir olmasına rağmen, Cumhuriyet çağında hızlı bir gelişme ile modern şehir durumuna gelmiştir.

 

            Geniş ve verimli bir sahanın ortasında bulunuşu, madenlerin çokluğu Elazığ’ın canlı ekonomik, ticaret ve sanayi merkezi olmasını sağlamıştır.


 




Yorum Yap


Yazili Resim



Bu Habere Hiç Yorum Yapılmamış

0


Duyurular


Tümünü Gör

Yönetim Kurulu


Tümünü Gör

Anket

MARED ÇALIŞMALARINI NASIL BULUYORSUNUZ


 


Tümünü Gör

Bugün : 508   Son 1 Hafta : 10889   Son 1 Ay : 175906   Son 12 Ay: 175906